Zamanın sultanı Bayındır Han'ın hüküm sürdüğü günlerde, Ahlat'ın meydanlık mezarlığı semtinde mütevazi bir aile yaşarmış. Bu aile, geçimini çobanlık yapan bir oğul ve onun fakir annesi tarafından sağlanıyormuş. Bir gün, oğul hayvanlarını otlatmak için meydana çıktıktan sonra öğle vakti geldiğinde, bir ağaç parçasıyla toprağı eşmeye başlamıştır. Bu sıradan gün, beklenmedik bir keşfe dönüşecektir.

Oğul, toprağı eşerken küçük bir delik keşfeder. Merakına yenik düşen çoban, deliği genişletmeye karar verir. Delik büyüdükçe, bir kuyu ortaya çıkar. Cesaretle kuyuya inen genç çoban, kendini muazzam bir salonun içinde bulur. Salonun içinde birçok oda ve her odanın üzerinde anahtarlar bulunmaktadır. Çoban, odaları açarak altınlarla dolu bir hazineye ulaşır. Hemen dışarı çıkarak deliğin ağzını kapatır ve yerin konumunu belirlemek için bir işaret bırakır.

Akşamleyin eve dönen çoban, annesine Bayındır Han'ın kızını istemesini söyler. Annesi şaşkın bir şekilde bu teklife karşı çıksa da çoban, kararlılıkla isteğini sürdürür. Sonunda anne, Bayındır Han'a giderek kızını oğluna istediğini ileterek, eşsiz bir hikayeyi paylaşır.

Bayındır Han, teklife güler ve şakayla karışık bir tonla, kendi sarayının görkemiyle eşdeğer bir saray inşa edilmesini, altından bir mutfak takımı, kahve takımı, beşik ve çeşitli altın süs eşyalarını getirilmesini şart koşar. Ayrıca, bütün ülkenin davet edildiği muazzam bir düğünle, kırk gün kırk gece sürecek bir kutlama yapılması şartını ekler.

Annenin bu şartları oğluna iletilmesiyle, genç çoban sevdalısının cesareti sınanır. Ancak, aşkı ve inancıyla dolu olan genç adam, Bayındır Han'ın isteklerini koşulsuz kabul eder.

Ahlat'ın meydanlık mezarlığı semtinde yaşayan mütevazi bir ailenin oğlu, cesareti ve sevgisiyle tarihe geçen bir hikayenin baş kahramanı olmuştur. Bu hikaye, Bayındır Han'ın sarayında başlayan bir serüvenin, altınlarla dolu gizemli bir hazinenin izini sürmesiyle şekillenir.

Oğul, toprağı eşerken keşfettiği gizemli kuyuyla birlikte hayatının dönüm noktasına ulaşır. Kuyunun dibindeki büyülü salon, ona altınlarla dolu bir hazine sunar. Cesur çoban, sevdiği kadın için bu hazinenin sahibi olmaya karar verir ve Bayındır Han'ın kızını istemeye gider.

Eskişehir Valisi Hüseyin Aksoy: "Eskişehir'in gözbebeği" Eskişehir Valisi Hüseyin Aksoy: "Eskişehir'in gözbebeği"

Bayındır Han, başta şaka yoluyla sunulan şartları, çobanın kararlılığı ve aşkı karşısında istemeyerek kabul eder. Herkesi davet edilen muazzam düğün, altın mutfak takımları, kahve takımları ve beşiklerle süslenir. Ancak, Bayındır Han'ın aklında sadece düğün değil, aynı zamanda çobanın bulduğu büyük hazinedir.

Evlenen çiftin mutlu günleri başladığında, Bayındır Han, damadından hazinenin yerini öğrenmek ister. Çoban, kızının gözlerini bağlayarak hazinenin bulunduğu yere götürür. Ancak, dışarıdan gelen sesler kadının dikkatini çeker. Sesleri duyan kadın, kocasına ne olduğunu sorar. Çoban, babasının atlarının su içme sesleri olduğunu söyler ve kadının gözlerini tekrar bağlayarak eve geri götürür.

Kadın, olan biteni babasına anlatır. Bayındır Han, damadını saraya davet eder ve hazinenin yerini söylemesini ister. Ancak, damat, cesareti ve sadakatiyle öne çıkar ve hazinenin yerini açıklamaz. Bayındır Han'ın ısrarlarına rağmen damat, sırını korur. Bu durum, Han'ın öfkesini uyandırır ve cellat başını çağırarak, damadın kafasını kesmesini emreder. Ancak, cellat başı yanlış anlar ve gerçekten damadın kafasını keser.

Bu trajik olay, Bayındır Han'ı derinden etkiler. Cellat başının kafası da kesilir, ancak hazinenin yeri hala bilinmez. Gerek atların su içmeye gittiği yönden ve gerekse kızının anlatıklarından, hazinenin Mal Han isimli bir hanın yakınlarında olabileceği düşünülür. Ancak, bütün çabalara rağmen hazinenin yeri bir türlü bulunamaz.

Malhan Hazinesi Efsanesi, tarihe karışan gizemli bir hazinenin hikayesini anlatırken, cesaretin, aşkın ve sadakatin ne kadar güçlü olduğunu bizlere hatırlatıyor. Ahlat'ta hala bu efsaneye inanılır ve Malhan hazinesinin gizemi dilden dile aktarılmaya devam eder.

Editör: Sakarya Gazetesi