Diyarbakır, denizden 650 m ve Dicle Nehri'nden 100 m yükseklikte konumlanmış bir şehirdir. Güneydoğu Anadolu'nun ortasında, Mezopotamya'nın kuzeyinde bulunan bu şehir, tarihi zenginlikleri ve doğal güzellikleriyle dikkat çeker. Çevresi yüksekliklerle çevrili olan şehrin ortasında çukur bir havza bulunmaktadır. Bu havzanın ekseninde Dicle Nehri uzanırken, güneybatısında Karacadağ kütlesi yer almakta.
Doğu ve batıyı birleştiren önemli bir kavşak noktasında yer alan Diyarbakır, geniş bir bazalt platosu üzerinde kurulmuştur. Uzak bölgeleri denizlere ve liman şehirlerine bağlayan ana yollar üzerinde yer alması, şehrin tarih boyunca stratejik bir öneme sahip olmasına neden olmuştur. Özellikle Akdeniz sahilleri ile Basra Körfezi'ni, Mezopotamya ile Karadeniz sahillerini birbirine bağlayan yolların kesişme noktasında bulunması, şehrin ticaret ve ulaşım açısından önemini artırmıştır. Bunun yanı sıra, verimli topraklara sahip olan Diyarbakır, tarımsal faaliyetler için de oldukça uygundur.
Tarih boyunca birçok medeniyetin izlerini taşıyan Diyarbakır, kültürel ve tarihi birikimiyle de dikkat çeker. Ancak şehrin ne zaman kurulduğuna dair elimizde kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak yapılan araştırmalar, şehrin çok eski dönemlere dayandığını göstermektedir.
Diyarbakır, Mezopotamya'nın bereketli topraklarında, "Bereketli Hilal" olarak nitelendirilen bölgenin orta kesimini oluşturur. Bu özelliğiyle tarih öncesi dönemlerden günümüze kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, bu medeniyetlerin doğuşuna ve yok oluşuna tanıklık etmiştir. Dicle Nehri'nin bu topraklara kattığı bereket sayesinde, şehir tarih boyunca birçok ilke ev sahipliği yapmış, birçok kültüre ilham kaynağı olmuştur.
Diyarbakır, tarihin derinliklerinde birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, birçok kültürel ve tarihsel iz bırakan bir kenttir. Silvan, Ergani ve Eğil'de bulunan mağaralarda Paleolitik ve Mezolitik dönemlere dair izlere rastlanmaktadır. Bismil ilçesinde bulunan Körtiktepe, Neolitik döneme dair zengin buluntulara ev sahipliği yapar.
Neolitik Devrimle birlikte Çayönü Tepesi, yerleşik hayata geçişin ilk izlerini barındırır. Bu dönemde insanlar, avcılık ve toplayıcılık yerine üretime dayalı bir yaşam tarzını benimsemiştir. Bu değişim, yabani baklagillerin ve einkorn buğdayının ekilmesiyle başlamıştır.
Sasanilerin, Romalıların, İskitlerin ve Medlerin hakimiyetini gördüğü Diyarbakır, tarih boyunca birçok kez el değiştirmiştir. Ancak şehir, her dönemde kendi özgün kültürel ve tarihsel izlerini bırakmayı başarmıştır. Üç Tepe höyüğü, Sasani Devleti'nin merkezi olmuş, Asur yazıtları bu bölgedeki Asur hakimiyetinin kanıtlarını sunmuştur.
MÖ. 3000'lerde Hurrilerin egemenliği altında olan Diyarbakır, zamanla Akadlı Naramsin, Mitani ve Asurların hakimiyetine girmiştir. Şehir, Asur Devleti'nin kolonyal sistemiyle tanışmış, Tushan adlı eyaletin merkezi olmuştur.
Diyarbakır, Roma İmparatorluğu'nun hakimiyeti altında da kalmıştır. Bu dönemde şehir, sakin bir yaşam sürmüş, ancak Part-Roma arasındaki hakimiyet mücadelesinden nasibini almıştır. Sasani Devleti'nin etkisi altına giren Diyarbakır, bu dönemde de birçok kez kuşatılmıştır. Constantinus II döneminde şehirdeki surlar güçlendirilmiş, Amida kalesi onarılmıştır.
İskender'in ölümünden sonra Selevkosların hakimiyetine giren Diyarbakır, Büyük Tigran, Partlar ve Romalılar arasında birkaç kez el değiştirmiştir. Ancak MÖ. 69'da tam anlamıyla Roma hakimiyetine girmiştir.
Sasaniler ve Bizanslılar arasında yapılan savaşlar sonucunda Diyarbakır, birçok kez el değiştirmiştir. Ancak 639 yılında Müslüman Araplar tarafından fethedilene kadar şehir, zengin tarihi mirasını korumuştur.
Diyarbakır, Mezopotamya'nın kalbinde yer alarak tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış bir şehirdir. Bu medeniyetler arasında, şehrin mimari, kültürel ve ekonomik anlamda en parlak dönemlerinden birini yaşadığı Osmanlı İmparatorluğu önemli bir yere sahiptir.
Müslüman Arapların 639 yılında şehri fethetmesinin ardından birçok farklı yönetim Diyarbakır'ı kontrol etmiştir. Ancak 1515'te Osmanlı İmparatorluğu'nun hakimiyetine giren şehir, bu dönemde yeni bir çehreye bürünmüştür. Osmanlı idaresi, Diyarbakır'ı sadece bir vilayet merkezi olarak değil, aynı zamanda kültürel ve ekonomik bir hub olarak görmüştür.
Kanuni Sultan Süleyman'ın dört ziyareti, şehre ne kadar değer verdiğinin bir göstergesidir. Bu ziyaretler sırasında şehrin altyapısına ve savunma sistemlerine önemli yatırımlar yapılmıştır. İç Kale, Kanuni döneminde genişletilmiş, savunma mekanizmaları daha da güçlendirilmiştir. Ancak Kanuni'nin şehre getirdiği en büyük katkılardan biri, Hamravat su kemeri ile sağlanan su temini olmuştur. Bu kemer, şehrin su ihtiyacını karşılamakla kalmamış, aynı zamanda yeşil bir vahanın doğmasına da neden olmuştur.
Osmanlı döneminde, Diyarbakır sadece askeri ve stratejik açıdan değil, aynı zamanda ticari ve kültürel açıdan da bir rönesans yaşamıştır. Akkoyunlulardan miras kalan cami ve medreselerin yanı sıra, şehre yeni hanlar, hamamlar ve kervansaraylar inşa edilmiştir. Bu yapılar, şehrin ticaret hayatını canlandırmış, hem yerel hem de uluslararası ticarete ev sahipliği yapmıştır.
Özellikle Safa Camii ve Şeyh Matar Camii gibi yapılar, Osmanlı mimarlık sanatının Diyarbakır'daki yansımalarıdır. Bu camiler, şehrin dini ve kültürel yaşantısına katkıda bulunmuş, aynı zamanda sanatın ve estetiğin de merkezi olmuşlardır.
Diyarbakır’ın eski adı neydi?
Ancak bu mirasın en ilginç yönlerinden biri, şehrin tarih boyunca aldığı farklı isimlerdir. Bu isimler, Diyarbakır'ın tarihindeki farklı dönemlere, kültürlere ve hükümdarlıklara ışık tutmaktadır.
Diyarbakır'ın bilinen en eski adı 'Amidi' veya 'Amedi'dir. Bu isim, Asur hükümdarı Adad Nirari I (MÖ.1316-1281) dönemine tarihlenen bir kılıç kabzasında geçmektedir. Şehrin bu isminin, Hurilerin – bölgedeki ilk yerleşimcilerin – dili olan Subartu'dan geldiği düşünülmektedir. Bu, Diyarbakır'ın antik dönemlerde bile bölgesel bir öneme sahip olduğunu gösteriyor.
Amid ve Amida: Roma'nın İzleriRoma İmparatorluğu'nun bu topraklarda etkin olduğu dönemlerde şehrin adı 'Amid' veya 'Amida' olarak anılmaktadır. Romalılar için Diyarbakır, Doğu sınırlarını koruma ve bölgesel hakimiyetlerini güçlendirme amacıyla kritik bir konumda bulunuyordu.
Bölgede yaşayan Süryani halkı da, kendi kültür ve dilinde şehre özgün adlar vermiştir: 'Amid', 'Omid', 'Emit' ve 'Amida'. Bu adlar, Süryanilerin Diyarbakır'daki tarihsel ve kültürel varlıklarının bir yansımasıdır.
İslami dönemin etkisiyle şehrin adı 'Kara Amid', 'Kara Hamid' ve 'Diyar-ı Bekir' olarak değiştirilmiştir. Bu isimler, Diyarbakır'ın İslam dünyasındaki önemini ve konumunu yansıtmaktadır. Cumhuriyet döneminde ise, şehrin adı 'Diyarbekir' ve son olarak da 'Diyarbakır' olarak modernleştirilmiştir.