Gümüşhane ve çevresi bu yol ile kolaylıkla Bayburt'a bağlanmakta, ardından Kop Geçidi (2400 m) vasıtasıyla Doğu Karadeniz Dağları'nın ikinci sırası da aşılarak Erzurum'a ulaşılmaktadır. Daha doğuda Aras Vadisi'nin oluşturduğu tabii yol izlenerek İran'a geçilmektedir. Bu ana yoldan, Gümüşhane'de ayrılan bir diğer yol da, güneydeki dağları Sıpikor Geçidi'ni aşarak şehri, Erzincan'a ve buradan da ülkenin diğer bölgelerine bağlamaktadır.
Gümüşhane: Tarihsel gelişim
Gümüşhane yöresinin eski tarihi ve şehrin ne zaman kurulduğu hakkında kesin bilgi yoktur. Ancak şehrin, iki defa yer değiştirdikten sonra bugünkü mevkiine yerleştiği bilinmektedir. Giriş bölümünde kısaca ele aldığımız Gümüşhane ilinin coğraf yapısındaki farklılıklar, Gümüşhane ve çevresinin tarihsel gelişimini önemli ölçüde etkilemiştir.
Gümüşhane'de tamamen birbirinden farklı, başlıca iki önemli coğraf, kültürel ve tarihsel saha gözlemlenmektedir. Bu iki bölgeden birincisi, Gümüşhane merkez ilçenin doğu-güneydoğu yönünde yer alan Tekke ile Akçakale Köylerini birbirinden ayıran Akçakale Boğazı'ndan, kuzeyde Zigana Dağı'na kadar devam eden bölgeyi içerisine alan Aşağı Dere'dir. İkinci bölge ise, Tekke'de başlayıp Vavuk Dağı'nda son bulan alanı kapsayan Yukarı Dere'dir. Her iki bölge birbirinden bağımsız olan tarihsel bir gelişim göstermişlerdir. Aşağı Dere bölgesi kuzeyde yer alan Trabzon ilinin gösterdiği tarihsel süreçle, Yukarı Dere bölgesi ise Erzurum, Erzincan ve Bayburt illerinin gösterdiği tarihsel süreçle bağlantılı olmuşlardır. Bunu özellikle yerleşim alanlarının şekillenmesinde görebilmekteyiz. Aşağı Dere yerleşmeleri daha çok yamaç yerleşmesi olup, evler birbirinden uzaktır. Yukarı Dere yerleşmeleri ise, düzlük alanlarda kurulmuş olan tipik köy yerleşmeleri biçimindedir.
Gümüşhane ve çevresinin, tarihöncesi çağları ile ilgili bilgiler oldukça sınırlıdır. Bölgenin prehistoryası ve arkeolojisi üzerine ilk bilimsel çalışmalar K. Kökten tarafından yapılmıştır. Kökten; hem Bayburt hem de Gümüşhane ve çevresinde bulunan birçok mağarada yaptığı çalışmalar sonucu bölgenin Paleolitik Çağ'ı ile ilgili veriler tanımlamayı amaçlamıştır. Bu araştırmanın sonucu Gümüşhane'de 21 doğal, 1 yapay mağara belirlemiştir.
Anadolu prehistoryasındaki önemli sorunlardan biri, Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerinde, insanlık tarihinin önemli bir kırılma noktasını oluşturan, göçebelikten yerleşik hayata geçilen, tarım ve hayvancılıkta evcilleştirmenin başladığı Neolitik Çağ'ın henüz belirlenememiş olmasıdır. Gümüşhane ve çevresinin Neolitik Çağı'nı da aydınlatacak yeterli bilgi ve bulgu bulunmamaktadır.
Gümüşhane bölgesinin tarih öncesi çağlar içerisindeki en erken bulguları, Geç Kalkolitik Çağda başlar. Yukarı Dere olarak tanımlanan Köse-Kelkit ve Şiran’da yapılan arkeolojik araştırmalarda, bölgede Geç Kalkolitik Çağ’ın yaşandığına dair kanıtlar bulunmuştur. Gümüşhane ve çevresinde, Eski Tunç Çağı’nda önemli yerleşim alanlarına rastlanmaktadır. Bölgenin Eski Tunç Çağı ile ilgili ilk bilgiler, Bayburt ve çevresi arkeolojik yüzey araştırmaları esnasında Pulur Höyük’te çalışmalar yapan K. Kökten tarafından verilmektedir. Kökten, bölgede yaptığı çalışmalarda Bayburt/Pulur Höyük’te Eski Tunç Çağı ile ilgili seramik ve mühürleri tanımlamıştır.
Gümüşhane ve çevresinde bugüne kadar yapılan arkeolojik araştırmalarda, Roma Dönemi’ne kadar bölgenin tarihine ışık tutabilecek herhangi bir yazıt elde edilememiştir. Bölge gerçek anlamda tarihi çağlarına Roma ile girmiştir. Ancak, özellikle arkeolojik yüzey çalışmalarından elde edilen çanak çömlek parçalarının değerlendirilmesi ve bölgenin jeopolitik konumu ile yeraltı kaynaklarından yola çıkılarak bir takım sonuçlara ulaşılmıştır.
Bölgenin tarihi çağları ile ilgili yazılı bilgilere, en erken Hitit kaynaklarında rastlanmaktadır. Hitit İmparatorluğu, Anadolu içerisinde Hayaşa-Azzi ülkesi ile siyasi mücadele içerisine girmiştir. Özellikle Hayaşalar, Hititlerin Yukarı Memleket’indeki şehirleri tehdit ediyorlardı. Hititler, Hayaşaları, hem askeri seferlerle hem de kız alış verişine dayanan akrabalık bağlarıyla bir tehlike unsuru olmaktan uzaklaştırmaya çalışmışlardır. Ancak Hititlerin bu bölgede tam bir hâkimiyet kurduğuna dair bir belge bulunmamaktadır.
Bölgenin coğraf yapısı göz önüne alındığında, derin vadilerden geçen yolun kontrol edilmesinin zorlukları açıktır. Urartu Krallığı’nın askeri ve ticari yolları kontrol altında tutmaktaki politikalarını, Gümüşhane ve çevresinde de uyguladıklarını gösterir mimari unsurlar henüz tanımlanmış değildir. Ancak bölgenin stratejik konumu dolayısıyla sürekli olarak dışarıdan gelen tehlikelere açık olması, kale ve gözetleme kulelerinin bölgeye hâkim olan toplumlar tarafından kullanıldığını göstermektedir.
İlerleyen zaman içerisinde İskitler’in, Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu’yu kendilerine yurt tuttuklarını görmekteyiz. Xsenophon, Onbinlerin Dönüşü’nde M.Ö. IV. yüzyılda onların Harpasos (Çoruh) Irmağı’nın kıyısına vardıklarını ve İskitler’in ülkesine girdiklerini ifade etmektedir. Bu dönemde, en azından Köse-Kelkit ve Şiran’ın İskit toprakları içerisinde olduğunu söylemek mümkündür. Roma'nın deniz üssü olan Trapezos (Trabzon) ile Satala arasında yapılan önemli bir yol, Erzurum-Bayburt-Gümüşhane üzerinden geçerek Karadeniz limanlarına ulaşmanın ana yollarından biri haline gelmiştir. Bölgenin stratejik konumu, sürekli olarak dış tehditlere açık olmasını sağlamış ve bu nedenle kale ve gözetleme kuleleri bölgede yaygın olarak kullanılmıştır.
Bu sebeple şehrin adı, Türk kaynaklarında Canca biçiminde geçmektedir. Bütün eski kaynakların tasvirlerine göre gümüş yatakları da bu mevkide bulunuyordu. Evliya Çelebi’ye göre Büyük İskender’in hâkimlerinden Philikos tarafından bu yörede gümüş madenleri bulunduktan sonra, eski Canca Kalesi onarım görmüş ve şehrin önemi artmıştır. İskender döneminden sonra Pontus Devleti’nin, daha sonra da Roma İmparatorluğu’nun sınırları içine giren Canca Kalesi, bu imparatorluğun ikiye ayrılmasından sonra da Doğu Roma’nın (Bizans) idari birimlerinden olan Khaldia teması içinde yer almıştır. Bizans döneminde de fonksiyonu, işletilen maden yataklarına bağlı kalan şehre “gümüş şehri» anlamında Argyropolis adı verilmiştir. VII. yüzyıl sonları ile VIII. yüzyıl başlarında yöreye Müslüman Araplar gelmiş ve şehir Müslümanlarla Bizanslılar arasında birkaç defa el değiştirmiştir.
Harşit Vadisi ve Canca Kalesi Selçukluların en erken ulaştığı yerler arasındadır. Tuğrul Bey döneminde Selçukluların Bizans’a karşı kazandığı ilk zafer olan Pasinler Ovasındaki savaştan sonra, Gümüşhane dolayları geçici de olsa bir süre Türklerin elinde kalmıştır. Yukarıdaki bilgileri destekler mahiyette el-İsfehânî ve Ermeni kaynakları bilgi vermektedir. El-İsfehânî bu durumu şöyle belirtir: “H.437’de (M.1045) Türklerin Irak’a gelip, oradan etrafa dağıldıkları ilk senedir. Türkler her yere girdiler, her tarafı aldılar, içmedik su, ele geçirmedik yer, alevlendirmedik ateş bırakmadılar.” Bu ifadelerin benzerleri Ermeni kaynaklarında da geçtiğini O.Turan ifade etmektedir: “1048 yılında İran (Türk) milletinin korkunç dalgaları Garin (İslam kaynalarında Kalikala; Erzurum) ve Pasin (Basian) Ovalarına döküldü İnsan dalgaları sel gibi memleketin dört köşesi istila etti. Batıda Haldia (Gümüşhane ve Trabzon havalisi), Kuzeyde İspir (Sper), Güneyde Muş (Daran) bölgesine ve Ağrı (Sisak) taraflarına kadar yayıldı. Alparslan’ın Malazgirt Savaşı’nı kazanmasından sonra Erzincan yöresine hâkim olan Emir Mengücek Gazi Gümüşhane dolaylarını zapt ederek Erzincan imaretine bağlamıştır.
Anadolu Selçukluları zamanında Gümüşhane, Harşit Vadisinden geçerek Maçka’ya kadar ilerleyen Melik II. Gıyâseddin Keyhusrev ve Atabeği Mübârizüddin Ertokuş kumandasındaki kuvvetler tarafından ele geçirilmiştir. Moğol istilâsı başladıktan sonra Anadolu’nun birçok yeri gibi Gümüşhane ve çevresi de İlhanlıların hâkimiyeti altına girmiştir. İlhanlıların saltanat kavgasına düşerek kuvvetlerini kaybettikleri sırada ise Gümüşhane, komşusu Bayburt gibi Celâyirliler’in idaresine geçmiştir. XIV. yüzyılın ilk yarısında merkezi, önceleri Sivas, daha sonra Kayseri olan Eretnaoğullarının hâkimiyetini tanımıştır. Ardından Kadı Burhâneddin, Akkoyunlular ve Karakoyunlular arasında el değiştirmiş, zaman zaman da Trabzon Rum Devleti’nin idaresine girmiştir. Fâtih Sultan Mehmed’in bu devlete son vermesi üzerine de Osmanlı topraklarına katılmıştır. Fakat bu hâkimiyet uzun sürmemiş, 1467’de Gümüşhane yöresi Akkoyunlular tarafından ele geçirilmiş, Akkoyunlu hâkimiyeti 1473 yılında Fâtih Sultan Mehmed’in Otlukbeli Savaşında Uzun Hasan’ı yenilgiye uğratmasıyla son bulmuştur. Bu tarihten sonra şehir kesin olarak Osmanlı hâkimiyetine geçmiştir.
Osmanlı idaresinde Gümüşhane önceleri Erzurum, daha sonra Trabzon Beylerbeyliklerinin sınırları içerisinde bulunmuştur. Meselâ Kâtib Celebi’nin Cîhannümâ’smda şehir Erzurum’a bağlı, Evliya Çelebi Seyahatnamesinde ise Trabzon eyaleti içinde gösterilmiştir. Canca civarında gümüş yataklarının işletilmesine Osmanlı döneminde de devam edilmiştir. Hatta burada gümüş sikkeler basıldığı da bilinmektedir. Fâtih Sultan Mehmet, madenle uğraşan halkı vergiden muaf tutarak onları gümüş madenlerini işletmeye teşvik etmiştir. Böylece madenci nüfusunda artış meydana gelmiştir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde şehrin yerindeki ilk değişiklik gerçekleşmiş, Kanuni yeni gümüş yataklarına daha yakın olan mevkide Süleymaniye Camii adı verilmiştir.
Devlet idaresinin Gümüşhane’ye ve çevresindeki madenlere verdiği önem, zaman zaman buradan Tophâne-i Âmire için bakır getirilmesine, darphaneye gümüş gönderilmesine, Gümüşhane madenlerinden çıkan gümüşün dışarıya satılmamasına, buradaki madenlerin sermayesine ve madenlerde çalışan işçilere dair hükümler göndermesinden de anlaşılmaktadır. Ancak XVIII. yüzyılın ikinci yarısında III. Mustafa döneminde (1757-1774) su dolan maden ocakları Fransa’dan getirtilen aletlerle de çalıştırılamayınca, şehir canlılığını yitirmeye başlamıştır. XIX. yüzyılın başlarına gelindiğinde maden yatakları giderek tükenmiştir.
1829 yılındaki Osmanlı-Rus Harbi esnasında, Rus kuvvetleri Gümüşhane’ye ulaşamadılarsa da çok yakınındaki Hart Ovasına kadar geldiklerinden Gümüşhane bu savaştan etkilenmiş, nüfusun ve özellikle madencilikle uğraşan gayrimüslimlerin önemli bir kısmı ülkenin başka yerlerine göç etmiştir. Bu da madenciliğin ve şehrin gerilemesine, nüfusunun azalmasına yol açmıştır. Aynı yüzyılın ortalarında yörenin ormanlarının tükenmesi sonucu yakıt sıkıntısı da buna eklenince maden işletmesi durdurulmuştur.
XIX. yüzyılda maden ocaklarının önemini kaybettiği, 1847 yılında Gümüşhane’yi ziyaret eden Batılı seyyahlardan Hommaire de Hell’in bu konuya hiç temas etmemesinden de anlaşılmaktadır. Hommaire de Hell, Harşit Vadisinin tabanını kaplayan meyve bahçelerinden, bu bahçelerdeki meyvelerin çeşitliliğinden söz etmekte, bahçelerden toplanan armutların İstanbul’a kadar gönderildiğini yazmaktadır.
1869’da yöreye uğrayan Theophile Deyrolle de buraya adını veren gümüşlü kurşun madenlerinin işletilmesinin hemen hemen terk edilmiş olduğunu, Gümüşhane’nin meyve ticaretinde önemli bir rol oynadığını belirterek şehirden sandıklarla Trabzon, Erzurum ve hatta İstanbul’a armut, daha yakın çevreye ise kiraz gönderildiğini belirtmektedir. O yıllarda Gümüşhane şehrinin 800 kadar haneden oluştuğunu ifade eden seyyah, meyve ticaretinden sonra önemli etkinlik olarak çanak çömlek yapımının geliştiğini ve her yıl sarı yeşil ve kırmızı sırlı 30-40.000 testi imal edildiğini yazmaktadır.
Tanzimat döneminde 1867 yılındaki düzenleme ile Osmanlı idari teşkilâtında eyalet sisteminden büyük vilâyet sistemine geçilince, Gümüşhane Trabzon vilâyeti içinde bir sancak merkezi haline gelmiştir. 1870 tarihli Trabzon Vilâyeti Salnamesi’ne göre şehirde 14 mahalle içinde 920 hâne bulunmakta ve bu hanelerde toplam 2357 nüfus yaşamaktaydı. 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi neticesinde, 1878 yılında imzalanan Ayastefanos ve Berlin Antlaşmalarıyla Osmanlı diplomasisinde Ermeni meselesi ortaya çıkmış ve Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Pontusçu Rumların ve Ermenilerin bağımsız devlet kurma girişimleri, bölgede yaşayan Türk halkına bu dönemde büyük sıkıntılar yaşatmıştır.
Gümüşhane’de Ermeni nüfusu az olduğundan, Rus ordularının buraları terk etmeleri ile birlikte Ermeniler de çekilmişlerdir. Ancak bölgedeki Rumların nüfusu Ermenilere göre dikkate değer düzeyde idi. Dağdaki çeteleri yiyecek, giyecek, istihbarat açısından destekleyecek Rum köyleri mevcuttu. Gümüşhane, Pontus Devleti sınırları içerisinde gösterildiği için, Pontusçuların bütün ülke çapında yürüttükleri teşkilatlanma, propaganda ve mücadele faaliyetlerinden önemli ölçüde etkilenmiştir. 1904 yılında Merzifon Amerikan Koleji’nde kurulan Pontus Cemiyeti, bütün Türkiye çapında olduğu gibi Gümüşhane’de de kilise ve din adamları vasıtasıyla şubeler açıp faaliyetlerde bulunmuşlardır. Halbuki bu sıralarda Gümüşhane nüfusunun çoğunluğu Türktür. 1885 yılında Gümüşhane’de 21.956 Türk, 5459 Rum, 1152 Ermeni yaşarken; 1914 yılında 29.639 Türk, 9179 Rum, 1817 Ermeni nüfusu bulunmaktaydı.
Şehir önceleri ticaret amaçlı olarak seçtiği Trabzon-Erzurum-İran transit yolu kenarını sonra da bir yönetim merkezi olarak benimsemiiştir.