Mümkün olduğu kadar siyasetten uzak, düşünsel, felsefi içeriği olan, insan tarafımıza yönelik yazılar yazmaya çabalıyorum inanın. Ama bu ülkede ne mümkün? Hele depremde elli bin insanımızı yitirmişiz, günlük kısır siyasete yer açılabilir mi derken geleceğimizi etkileyecek boyuttaki siyasi gelişimeler gündemi değiştirmeye yetiyor ne yazık ki. Siyaset bataklığı sizi içine çekiyor, yaşamınıza, hadi kendimizi geçelim, gelecek kuşakların yaşamına doğrudan müdahale edip onu yok etmeye çalışıyor. Nasıl kayıtsız kalacaksınız, kulağınızın üstüne yatıp görmezden geleceksiniz? Yaşamı siyaset düzenliyor, üstelik size rağmen bunu gerçekleştiriyor. Seyirci kalmak demek kabullenmek demek. Tarihte faşist liderlerin ülkelerini yönetirken dayandıkları üç unsurdan biri olan futbol seyircisi bile gün olup da maçlarda toplu şekilde bağırarak siyaset yapabildiği ortamlar oluşmaya başladığına göre bizim gazete köşesinde günümüz siyasetine ilişkin yazı yazmamızın lafı bile olmaz. Siz siz olun bugünlerde sakın siyasetten uzak kalmayın, üç maymunu oynamayın, altınız oyulurken en azından farkında olursunuz…
Bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü? Ülkedeki siyasete ilişkin zihnimdeki deli sorular: Meral Akşener niye durup dururken zehir zemberek laflar edip altılı masadan ayrıldı? Beş partinin bir adayı önermesi mi dayatma yoksa bir partinin başka bir partinin üyesini aday olarak göstermesi mi dayatma? Kılıçdaroğlu’nun aday olacağını dağdaki çoban biliyordu ama Meral Hanım sanki kendisine sürpriz yapılmış gibi şekillenen tiyatroyu niye sahneye koydu? Kılıçdaroğlu’nun “ortamı adaylığıma hazırlarım, Akşener mecbur kalır kabul eder” tarzı yanlış siyaseti niye duvara tosladı? Konu hakkında çeşitli spekülasyonlar, komplo teorileri ve siyaseten açıklanmış görüşler var. Sizler ne düşünüyorsunuz bilemiyorum ama ben olan bitenin bir “saray komplosu” olduğu görüşünü bir tarafa bırakıp, ön plana çıkan iki tanesini sizlerle paylaşmak istiyorum. Birisi gerçekleşmeyeceğini bile bile CHP’li Belediye Başkanlarını Cumhurbaşkanı adayı olarak yanına çağırması hem CHP’yi bölme hem de kendine yol açma ve Ana Muhalefet Partisi olma amacı olarak görülüyor. Bu acemice kurgulanmış istek ufak kasaba siyaseti olarak beliriyor. Bir diğeri ve daha önemlisi ise Kılıçdaroğlu’nun şu meşhur haksız yere devletten çalındığı iddia edilen 418 milyar dolar gibi büyük miktardaki parayı “beşli çete” ve “faiz lobisi” gibi bir avuç rantçı beslemelerden geri alacağını ilan etmesi, çözüm için kendisinden istenilen randevuları kabul etmemesi. “Bay Kemal” çok büyük siyasi yanlışlar yapmış bir siyasetçidir ama halktan yana yapısı ve dürüst kişiliğine kimse laf edemez. Müesses nizamın değişme ihtimalinin belirmesi sonucu devlete sızmış oligarkların korkusunun büyüklüğü oynanan oyunun boyutunu da belirleyebilir. Ayrıca öyle günlerden geçiyoruz ki, siyaseten bugün yazdıklarımızın hepsi yarın geçersiz kalabilir. Ancak bir gerçek var ki onu kimse değiştiremez; son sözü yine halk söyleyecek, öyle de olmalı. Demirtaş’ın dediği gibi: “Siz halksınız. İnandığınız yolda yürüyün, gerekirse liderler sizin arkanızdan gelsin…”