Sivas, tarih öncesi dönemlerden itibaren birçok medeniyetin etkisi altında kalmış ve tarihi boyunca çeşitli hükümetlerin kontrolünde bulunmuştur. Hitit döneminin öncesinde, şehir üzerinde pek çok bilgi bulunmasa da, Hititlerin hakimiyeti altında önemli bir yerleşim yeri olarak belirmiştir. Ancak, M.Ö. 7. yüzyılda Kimmer ve İskit istilalarına maruz kalmış, ardından M.Ö. 6. yüzyılın başlarında Med, ortalarında ise Pers egemenliği altına girmiştir. M.Ö. 4. yüzyılın ikinci yarısında Büyük İskender tarafından ele geçirilen Sivas, daha sonra Kappadokya Krallığına bağlanmış ve M.S. 17'de Roma egemenliği altına girmiştir.
Sivas: Birçok medeniyetin etkisi altında
Roma döneminde, Sivas önemli bir metropolit olmuş ve surlarla çevrili bir şehir olarak varlığını sürdürmüştür. 3. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlığın bu bölgede hızla yayıldığına şahitlik etmiştir. Hıristiyanlığın bu dönemdeki yayılışında, Sivaslı aziz Vilas'ın gösterdiği mucizelerin etkisi büyük olmuştur. Vilas, Hıristiyanlığın bölgede kök salmasına katkı sağlamış ve Müslümanlar tarafından göz evliyası olarak kabul edilmiştir.
Bizans döneminde, Sebasteia olarak adlandırılan Sivas, Yunanca'da "saygıdeğer, yüce" anlamına gelirken, Latince'de Augustus'un karşılığı olarak kullanılmıştır. Şehir, Bizans İmparatorluğu'nun hükümdarlığı sırasında gelişimini sürdürmüştür.
Ancak, 7. yüzyılın sonlarında Arap akınlarına maruz kalmış ve 9. yüzyılın ortalarında Pavlikan mezhebinin etkisi altında kalmıştır. Divriği, Pavlikan mezhebinin merkezi olarak seçilmiş ve "Pavlikan Şehri" olarak adlandırılmıştır.
Ermeni göçleriyle birlikte 10. yüzyılda Sivas'a yerleşen Ermeniler, Gregoryen Kilisesi'nin bölgedeki hâkimiyetini sağlamış ve şehri 986'da Ermeni piskoposluğuna dönüştürmüştür. 1019'da Ermeni kralı Senekerim'in Sivas'ı yönetmesiyle, İsa'nın çarmıha gerildiğine inanılan Surp Nişan Manastırı inşa edilmiştir.
Hristiyan dönemine ait önemli bir olay, "Kırk Martir" adlı azizlerin hikayesidir. 9 Mart günleri kutlanan bu azizler, Hıristiyanlığı benimsemeleri nedeniyle ölümle cezalandırılan askerlerdir. Buzlu bir gölette çıplak bekletilerek öldürülmeleri, onların Hıristiyanlık için şehit olmalarına neden olmuştur. Suriyeli Ephrem'e göre, bu olay Sebasteia yakınında gerçekleşmiş ve 324 yılında Licinius döneminde olmuştur.
Kırk Martirler'in hikayesi, Sivas'ın tarihinde önemli bir yer tutmaktadır. Kırk Martirler olarak bilinen bu azizlerin anısına dair sözler ve gözlemler, zamanla değişen doğal ve insan yapımı unsurlarla birlikte şehirdeki tarihi önemini vurgulamaktadır.
Günümüzde, Kırk Martirler adıyla bilinen yerde, bir zamanlar var olan göl ve hamam kurumuş durumdadır. Kırk Martirler'in bulunduğu Çayırağzı mevkiindeki göl, içinde taş duvar kalıntılarına sahip olmasıyla dikkat çeker. Bu alan, tarih boyunca farklı gözlemciler tarafından farklı şekillerde tarif edilmiştir. Antakya keşişi Makarius, 1659 yılında Sivas'ı ziyaret ettiğinde, şehit oldukları gölün yerini kuru bir alana dönüştüğünü belirtir. Ayrıca, su dolu yay biçiminde kemerli mahzen şeklinde bir kuyu olduğunu ve kutsal kemiklerin yakıldığı yere ulaştıklarını ifade eder. Daha sonra bizi kutsal kemiklerinin yakıldığı yere götürdüler. Surların dışında eski bir kilisenin yanında bir yerdi. Kilisenin sütun başlıkları ve köşe taşları hala ayakta idi."
1902'de Sivas'a gelen Franz ve Eugene Cumont kardeşler, gölün kalenin güney eteğinde olduğunu belirtirler. Kırk Martirler'in hikayesi, Kappadokia'dan Roma'ya kadar çeşitli kiliselerin duvar resimlerinin yanı sıra, Washington, D.C. Dumbarton Oaks Koleksiyonu'nda bulunan 1300 tarihli bir mozaik ikonada da tasvir edilmiştir.
Sivas'ın tarihi, Bizans İmparatorluğu dönemindeki izlerle şekillenmiştir. Günümüzde Bizans dönemine ait binaların izlerine rastlanmasa da seyyahların anlatıları, tarih kaynaklarındaki bilgiler ve bölgedeki yüzey araştırmaları, Sivas'ın Bizans İmparatorluğu dönemindeki önemini göstermektedir.
Şehrin surları, Moğol tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı 1221 yılında I. Alâeddin Keykubat tarafından onarılmış ve ikinci bir sur ile çevrilmiştir. Bu dönemde inşa edilen surlar, yaklaşık daire biçiminde olup, Kayseri, Palas, Tokmak, Cancun ve Selpur adını alan 5 kapıya sahiptir.
Şifaiye Medresesi'nin inşasıyla birlikte, Toprakkale'nin güneyi ve doğusu, konut dokusunun kuzeye doğru genişlemeye başladığına işaret etmektedir. Şifaiye Medresesi vakfiyesi, bu yapıya ek olarak başka yapıların da adını içermektedir.
1243 yılındaki Kösedağ savaşı sonrasında Sivas, Moğol egemenliğine girmiştir. Ancak, şehir bu dönemde dahi ekonomik ve kültürel anlamda güçlü bir aktivite sergilemiştir. Gök Medrese, Çifte Minareli Medrese ve Buruciye Medresesi gibi önemli yapılar bu dönemin izlerini taşımaktadır.
1408 yılında tekrar Osmanlı egemenliğine girmesiyle birlikte şehir, Çelebi Sultan Mehmed tarafından onarılan kale ile güçlenmiş ve Otluk Beli savaşıyla bölgedeki Osmanlı hâkimiyeti tam anlamıyla sağlanmıştır.
Sivas'ın ticaret açısından güçlü olduğunu gösteren hanlarının varlığı, şehrin Osmanlı dönemindeki önemini yansıtmaktadır. Şehir, 1574-1700 yılları arasında kuzey, kuzeybatı ve doğu yönlerinde genişlemiş ve yeni mahalleler oluşturulmuştur.
Milli Mücadele'nin hazırlık safhasında Sivas, önemli bir rol oynamıştır. 4 Eylül 1919'da lise binasında gerçekleşen Sivas Kongresi, Anadolu'nun bağımsızlık hareketi için bir dönüm noktası olmuştur.
Sivas, Danişmendli, Selçuklu, Eretna ve Osmanlı dönemlerine ait birçok eseri günümüze taşımıştır. Bugün ulaşılamayan Sivas Kalesi'nin Roma döneminden itibaren birçok kez tamir edildiği bilinmektedir. Şehirin iç kalesinin, Toprak Kale'nin olduğu yerde bulunduğu tahmin edilmektedir.
Sivas'ın tarihindeki zengin kültürel miras, şehirdeki bir dizi önemli eserle anlam bulur. Selçuklu Parkı olarak bilinen bölgede bulunan üç önemli yapı, özellikle Selçuklu döneminin mimari ihtişamını yansıtan örneklerdir.
Bu bölgedeki ilk eser, Anadolu Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus tarafından 1217-19 tarihleri arasında yaptırılan şifahanedir. Selçuklu dönemi hastaneleri arasında en büyük boyuta sahip olan bu yapı, Sultan'ın verem hastalığına yakalanması nedeniyle sağlık kurumlarına özel bir önem verdiğini gösterir. Şifahane, dört eyvanlı, açık ve revaklı avlulu bir plana sahiptir ve bezemeleri ile dikkat çeker. Giriş cephesinde hayvan figürleri ve ana eyvan cephesinde yer alan alçak kabartma güneş ve ay simgeleri, yapıya karakteristik bir özellik kazandırır. Ayrıca, Sultan'ın vasiyeti üzerine ailesiyle birlikte gömüldüğü türbe, mavi ve firuze renkli sırlı tuğlalarla bezenmiş kapısıyla dikkat çeker. Türbe içindeki zengin süslemeler, yapıya estetik bir özellik katmaktadır.
Sivas'ta aynı dönemde inşa edilen anıtsal medreseler de şehrin entelektüel düzeyinin yüksek olduğunu gösterir. Bu medreselerden biri, 1271 yılında Muzaffer bin Hibetullah Burucerdi tarafından inşa edilen Buruciye Medrese'dir. Dört eyvanlı, açık ve revaklı avlulu olan bu yapı, simetrik planı ve taç kapıdaki taş işçiliği ile ön plana çıkar. Bitkisel motiflerle süslenmiş taç kapının bazı bölümleri, yüksek kabartma motiflerle özgün bir karakter kazanmıştır.
Gök Medrese, Sivas'ın önemli anıtlarından bir diğeridir ve Selçuklu veziri Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından 1271 yılında inşa edilmiştir. Dört eyvanlı, açık ve revaklı avlulu planıyla dikkat çeken bu medrese, çifte minareli taç kapısı ile göz alıcı bir görünüme sahiptir. Minare kaidelerindeki kozmik evren tasvirleri, özellikle dikkat çekicidir. Kozmik ağaç, sekiz kollu yıldız ve mandala gibi unsurlar, Selçuklu döneminin zengin sembolizmini yansıtmaktadır.
Çifte Minareli Medrese, 1271 tarihli ve dikkat çekici mimari özelliklere sahip bir başka yapıdır. Sadece ön cephesi günümüze ulaşabilmiş olan bu medrese, bitkisel, geometrik ve yazılı bezemelere sahip çifte minareli taç kapısıyla ihtişamlı bir görüntü sergiler. Köşe kulelerinde bulunan mum tasvirleri, aydınlığı simgeler ve yapıya özgü bir atmosfer katar.
Ahi Emir Ahmed Kümbeti, 1332-1333 tarihlerine dayanan bir vakfiye ile tarihlenir. İki katlı olan bu kümbetin üst katı içten kare, dıştan sekizgen planda olup, içte kubbe, dışta külah ile örtülüdür. Yapının çeşmesi ise dikdörtgen prizmal biçimli olup, yarım daire kemerle çevrilmiştir.
Sivas'ın bu anıtsal eserleri, Selçuklu döneminin mimari ve kültürel zenginliğini günümüze taşıyan önemli örneklerdir.
Sivas'ın tarihini yansıtan çeşitli Osmanlı dönemi yapıları bulunmaktadır. Şehirdeki cami, türbe, han, hamam ve diğer yapılar, geçmişin izlerini günümüze taşımaktadır.
Sağır Behram Paşa'nın oğlu Mustafa Bey tarafından 1580 yılında yaptırılan Ali Ağa Camii ve 1819 tarihli Ali Baba Camii, şehirdeki diğer önemli cami örneklerindendir.
Osmanlı dönemine ait yapılar arasında önemli bir yere sahip olan Abdulvahap Gazi Türbesi, II. Bayezıd'ın emriyle Sivas Valisi Ahmed Paşa tarafından inşa edilmiştir. Türbe, Yukarı Tekke olarak bilinen mezarlıkta yer almaktadır. Kesme taştan yapılmış olan türbenin içten ve dıştan sekizgen planı vardır. Cami ile bitişik olan türbe, tamamen yeniden yapılmış olup, çevresindeki mezarlık 19. yüzyıldan önceye tarihlenmemektedir.
1573 tarihinde Sağır Mehmet Paşa tarafından yaptırılan Behram Paşa Hanı, şehirdeki Osmanlı yapıları içinde öne çıkanlardandır. Açık avlulu ve iki katlı olan han, güneyde yüksek ve dışa taşkın sivri kemerli bir giriş cephesiyle dikkat çeker. Hanın avlusunda odalar ve ahır kısmı bulunmaktadır. Hanın yanında yer alan Kurşunlu Hamamı ise 1576 yılında Sağır Behram Paşa tarafından inşa edilmiştir. Kadın ve erkekler bölümleriyle çifte hamam olarak yapılan bu hamam, günümüzde de kullanılmaktadır.
Sivas'ın ticaret yapısı Taş Han, 19. yüzyılda inşa edilmiş olan kesme taştan yapılmış iki katlı bir çarşıdır. Üç yöne açılan kapılarıyla dikkat çeken Taş Han, günümüzde çarşı olarak kullanılmaktadır. Avluda aslan başından su akan bir çeşme bulunmaktadır.
Sivas'ın tarihi dokusunda önemli bir yere sahip olan Hükümet Konağı, 1884 yılında Vali Halil Rıfat Paşa tarafından inşa edilmiştir. Muammer Bey tarafından 1913-1917 yılları arasında ek kat eklenmiş ve 1981 yılına kadar lise olarak kullanılmıştır. Sivas Kongresi'nin yapıldığı binada, 1990 yılında Etnoğrafya Müzesi olarak hizmet vermeye başlamıştır.
Vali Reşit Akif Paşa tarafından 1908 yılında inşa edilen Jandarma Dairesi, halen Jandarma Komutanlığı tarafından kullanılmaktadır. Yusuf Ziya Başara Bey tarafından 1908 yılında yaptırılan kütüphane ise 1981-1983 yılları arasında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından onarılarak kullanıma açılmıştır.
Hükümet Meydanı'nda bulunan bir diğer yapı olan Sivas Belediyesi tarafından restore edilen ve günümüzde Müze Evi olarak kullanılan Susamışlar Konağı, 1815 yılında Benderli Ali Ağa tarafından inşa edilmiştir.
Sivas'ın eski çekirdeği, Hükümet Meydanı çevresinde yer almaktadır. Bu alanda surların çevresinde yoğunlaşan tarihi eserler, günümüzde apartmanlara ve geniş caddelere yerini bırakmıştır. Sivas evlerinin sivil mimarideki önemli rolü, 19. yüzyılda ortaya çıkan gelişimle öne çıkmaktadır. Bu evler genellikle bodrum üzerine tek veya iki katlı olarak inşa edilmiştir. Çıkmalar, 1. kat odalarını geniş ve bol pencereli hale getirmiştir. Avlulu Sivas evlerinde haremlik ve selamlık düzeni hâkimdir. Alçı süslemeler, ahşap ve kalem işi süslemelerle birlikte kullanılmıştır.
Susamışlar Konağı, bu mimari özelliklere sahip bir örnektir. Köşk kısmı ve çeşmesi 1815 yılında Benderli Ali Ağa tarafından yaptırılmıştır. Konağın alt katında yaşlılar, evliler ve bekarlara ait odalar, semahane, çile hane ve mutfak bulunmaktadır. 2. katta ise kadınlar kısmı ve misafir köşkü yer almaktadır.
Sivas Valiliği Özel İdaresi tarafından satın alınıp restore edilen başka bir sivil mimarlık örneği olan Müze Evi, 1981-1983 yılları arasında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından onarılarak kullanıma açılmıştır.
Sivas'ın tarihi dokusunu yansılayan bu yapılar, şehrin kültürel zenginliğini ve tarihini günümüze taşımaktadır.