Kahve taramaları, 12 Eylül 1980 darbesine giden yollara döşenen taşların yalnızca bir bölümüydü.
Halk üzerinde yaratılan terörü, sokaktaki insanı dehşete düşürmeyi, insanların biraraya gelmesini engellemeyi amaçlayan acımasız, alçakça eylemlerdi.
Eskişehirde de, 1970’lerin sonlarına doğru Adalar’da TÖB-DER lokali olarak kullanılan “Zühtü’nün kahvesi” taranmış, lokalin bahçesinde oturan bir öğretmen ölmüş, bazı öğretmenler yaralanmışlardı. Bugün herkesin gıptayla baktığı güzel şehrimiz, çok sayıda “ölümlü” çatışmalara, saldırılara da tanıklık etmişti o dönemde. Eskişehirliler olan biteni çaresizlik ve acı içinde izlemişti.
Aynı yıllarda, ülkenin dört bir köşesinde kahvehane ve lokallere benzer silahlı saldırılar yapılıyor, o sırada orada bulunmaktan başka suçu olmayan insanlardan çok sayıda ölenler oluyor, karanlık ruhlu ve kapkaranlık karakterli bu eylemler, ülkeyi doludizgin büyük bir felaketin içine doğru sürüklüyordu.
O zamanlar bu saldırılar “ülkedeki bölünmüşlüğün, kamplaşmanın, toplumsal cinnetin” belirtileri olarak gösteriliyor, siyasiler vatandaşı “birlik ve beraberlik”e davet ediyorlardı.
Kahvehane taramalarının yanısıra, daha çok kurban alan büyük çaplı saldırılar da yapılıyordu. İstanbul Taksim’deki 1 Mayıs katliamından Kahramanmaraş’a, Çorum’a, Malatya’ya Sivas’a kadar pek çok yerde ölü sayıları onlarla, yüzlerle anılan kırımlar yaşanıyordu.
İnsanlar evlerinden korkarak çıkıyor, öğrenciler okullarına, işçiler fabrikalarına tek başlarına gidemiyordu. Çoğu kişi bir bardak çay içip birkaç el tavla atmak, arkadaşlarıyla iki laklak etmek için bile mahallelerindeki kahvehanelere, lokallere uğrayamıyordu.
Yine toplumdaki kamplaşmalar, bölünmüşlükler, ayrı-gayrılıklar olayların başlıca sorumlusu olarak gösteriliyordu. Ancak sonradan anlaşıldı ki, bütün bu saldırılar, katliamlar, nerede başlayıp nerede bittiği bilinmeyen, uluslar arası silah tacirlerinden soğuk savaş yönetim merkezlerine, yabancı istihbarat birimleriyle de ilişkili o dönemlerin gizli iktidar odaklarına uzanan koyu bir karanlığın içindeki insanlık dışı unsurlar tarafından planlanıyor ve yürütülüyordu.
Bu unsurlar, dönemin iktidarlarının yönetme gücünü kaybetmesinden, basiretsizliğinden ve kendi politik saplantılarıyla olayları doğru dürüst tahlil edip değerlendirememelerinden yararlanıyorlardı.
Her gün, her yerden ölüm haberleri geliyordu ve toplum, gencecik çocuklarının sokak çatışmalarında, üniversite hocalarından öğretmenlerine, sendikacılarından siyasetçilerine kadar pek çok değerli yurttaşının hain pusularda öldürülmelerini kanıksamıştı.
Sonra yaşananlardan anlaşılacağı üzere, her şey darbenin koşullarının hazırlanmasına yönelikti. Birçokları, ölümlerin, saldırıların, çatışmaların, o hiç bastırılamayacakmış, bitmeyecekmiş gibi görünen olayların nasıl olup da bir günde bıçak gibi kesildiğini sorgulamadan, ülkenin üzerine çöken o karanlığı alkışlamışlardı bile!
Ülkede on yıllar boyunca bitirilemeyen bir baskı rejimi kuranlar, kurtarıcılar gibi alkışlanmışlardı.
* * *
Son zamanlarda ülkemiz bir kez daha karanlık tünellerden geçiyor. Şehit cenazeleri, evlerinden barklarından edilip göç yollarına düşen siviller ve onların verdiği kayıplar yüreklerimizi esir almış durumda.
Bu yetmezmiş gibi, şimdi de İstanbul’da kahve taramaları çıktı ortaya.
Birileri, karanlık geçmişi hortlatmaya çalışıyorlar sanki.
Sanki, failleri, geçmişteki o saldırıların faillerine çok benziyorlar.