Sanırsınız ki şiir dolu bir dünyada yaşıyoruz: Bozcaada’da Homeros’u anarken şiir yüklü günler yaşadık. Gazetelerde şairlerle yapılan mülakatlar yayınlanıyor. Şairler şiir üzerine kavga ediyorlar.

Ama aslında hayatımızda şiir yok. En azından eskisi olduğu kadar yok.

Bu eksikliği nasıl değerlendirmeliyiz?

Bakın dijital medyanın yüz aklarından Aposto’da 17 Aralık 2023’te bu konuda neler yazmışım:

“Şiirin hayatımızdan uçup gitmesi en büyük kayıplarımızdan birisidir. Bir yoksullaşma, yavanlaşma, bozarma işaretidir. Odadaki lavanta kokusu azalırken bayat havanın yerleşmesidir. O havanın içinde doğup büyümemiş olanlar ne dediğimi anlayamazlar.

Zaten en ağır kayıplarımız, kaybettiğimizi bilmediklerimizdir. Kazancakis’e sorun: Ege’nin maviliğine yelken açmamış olanlar neleri kaçırdıklarının farkında olabilirler mi?

Şiirin gündelik hayattan uçup gitmesi yalnızca bize özgü değil. Batı ülkelerinin çoğunda da durum böyle. Büyük şairler yetiştirmiş Avrupalılar artık ezberden şiir okumuyorlar. Hatta hiç şiir okumuyorlar.

Ve bu yüzden daha da tatsızlar.

Ama böyle olmayan ülkeler de var. Bunların çoğu doğumuzda konuşlanmışlar. Bazı yerlerde şiir hâlâ hayatın harcında, mısralar sabah yelinde uçuşuyor…

HAFIZ HAFIZALARDA

Üç-beş yıl kadar önce İran gezimiz için Şiraz’a uçarken yakınımda oturan kadın yolcuya sordum:

“Hafız’ı hâlâ okuyor musunuz?”

Malum Şiraz, 800 yıl önce yaşamış olan büyük şair Hafız’ın şehridir. Ve Hafız, Şirazlı Hafız olarak bilinir. Şehirle şair özdeşleşmiştir. Kadın “Tabii okuyoruz,” dedi. “Hele gençler. Kimileri Hafız’ın divanından sayfa açıp günün falına bakıyorlar.”

“Şiirin hayatın harcına karışması” derken böyle bir bütünleşmeyi kastediyorum. Yapay değil, doğal. Olması gerektiği gibi…

Ondan birkaç yıl önce de Bakü’de bir Azeri ressam arkadaş beni otomobille dolaştırırken sürekli ezberinden şiir okumuştu. Belli ki orada yapılması gerekeni yapıyordu. Hayat her fırsatta şiir okunan bir yolculuktu!

YARİN DUDAĞINDAN GETİRİLMİŞ

Ben şiir okunan bir evde büyüdüm: Asker emeklisi babam bazen sofrada: “Yarin dudağından getirilmiş bir katre alevdir bu karanfil” gibilerden bir mısra patlatırdı. Bursa’da lisedeyken arkadaşlarımın hemen hepsi şiir yazardı. Ben de orada başladım. Şiirlerimizi Bursa gazetelerinin genç yetenekler sayfalarında yayımlardık! Okullardaki şiir matineleri çok popülerdi. “Şairin dediği gibi” günlük konuşmalarımızda çok kullandığımız bir deyişti. “Şairin dediği gibi, ‘Gel gör beni aşk neyledi.’”

Alaturka musiki ile Divan şiiri arasındaki yakınlık şiir dağarcığımızı zenginleştiren kaynaklardan biriydi. Her insani duruma ışık tutan bir mısra ya da beyit bulunurdu belleğimizin derinliklerinde. O yüzden daha renkli, nükteli ve güzel konuşurduk. Bunun kaybolması yaşamın lezzeti açısından ağır bir kayıp değil midir?

ŞİİR TEMBEL BELLEKLERE BİREBİR

Okullarda şiir ezberletirlerdi. Pek çoğumuz istemezdik. “Ezberci eğitim sisteminin” bir uzantısı sayardık. Ve ezberciliğe karşıydık! Artık ezber yok! Ezber şiir de yok! Şiir yok!

Ve işin en ilginci, nörologlar son yıllarda çok yaygınlaşan bellek zayıflaması ve kaybına karşı insanlara şiir ezberlemesini tavsiye ediyorlar. Ezberledikleri şiirleri sık sık tekrarlamalarını öneriyorlar…

Hey gidi Eflatun, 2.400 yıl önce Phaedrus’ta, yeni icat “yazı”yı tam da bu nedenle eleştirmemiş miydi? “Yazı ruhları tembelliğe alıştırır, unutkanlığa yol açar!” dememiş miydi?

Şimdi de dijital teknoloji belleklerimizi tembelliğe alıştırıyor: Aslında “elektronik beyin” dediğimiz aletin gerçek bellek değil, bir yardımcı, bir kolaylaştırıcı olduğunu unutuyoruz! Sonuç: Gittikçe yaygınlaşan bir bunama hâli!

Nörologlara göre çözümlerden birisi: Bol bol şiir ezberlemek! “Güneş giren eve doktor girmez” diyenler gibi biz de “Şiir okunan eve nörolog girmez!” diyebilir miyiz?