İki gün önce, yani 24 kasım pazar günü “Öğretmenler Günü'nü” kutladık.
Her 24 Kasım’da öğrencisiyle velisiyle hatırlarız öğretmenlerimizi! Bizler hatırlarız da öğretmenlerinden bir şeyler öğrenip de “adam olmuş!” devletimizi yönetenler hatırlar mı öğretmenler gününü.
Hatırlamaz olurlar mı? denileceğini biliyorum! Elbet onlar dahi;
-Birkaç paragraflık içeriği sıfır açıklamalarıyla!..
Öyle de olsa buruk bir “mutluluk” duyar öğretmenlerimiz!.. Ama onlar için büyük mutluluk; gelmiş geçmiş öğrencilerinden aldıkları içtenlikli mesajlar, mevcutlardan da aldıkları çiçekler, anlamlı armağanlardır.
-Ne güzel anlardır, o anlar…
***
Ömrümün şu son yıllarında ne öğrenci ne de veliyim. Çok geride kaldı o yıllar. Yine de hayıflanırım;
-Bizim zamanımızda niye yoktu öğretmenler günü?
Nedeni araştırdım. Bir 5 Ekim tarihine rastladım ama 24 Kasım’ı 80 darbesinin "faşist generali” Kenan Evren icat etmiş.
-Ne diyeceğimi bilemiyorum!..
Nasıl hatırlamışsa, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Başöğretmen olarak ilan edildiği” tarihe denk geliyormuş 24 Kasım…
-Başkomutanımız olmuşsa, kuşkusuz Başöğretmenimiz de olacaktır…
Talebeydik öğrenci olduk!..
İlkokula, kent merkezine yakın köylerden birinde, Kanlıpınar köyünde başlamıştım. Köydeki büyüklerimizin tanımıyla;
-İlk mektep talebesiydik!
Bizi “okutanlar” da halen “muallim” olarak anılmaktaydı. Gerçi birkaç yıl sonra biz kendimizin “öğrenci” olduğunu, bizi okutanların da “öğretmen” olduğunu öğrenecektik ama, durum öyleydi işte!...
Sonraları düşünmüştüm bu “talebe” sıfatının ne anlama geldiğini ve bulmuştum! “Talep etmek” kökünden hareketle. Yani “talep edenler” anlamına geldiğini. Neydi talebimiz?
-Okumayı yazmayı öğrenmek ve ‘adam’ olmak!..
Nasıl bir şeydir o talep, bir yana ama, ilk muallimlerimizin bize okuma-yazma dışında epey bir şey verdikleri, hayat anlamında epey bir “adam ettikleri” kesin!...
Ne güzel bir sıfattır öğretmen!.. Dağarcığında ne var ne yok öğrenmek isteyenlere bir büyük emekle, cömertçe dağıtan kişi yani..
-Elleri öpülesi öğretmenler!..
Burada yeri geldi, ilkokul öğretmenlerimi anayım;
Köyümüzde, Ziraat teknisyeni olan eşi ile birlikte uzun süre kalan Mürvet (Sökmen), Nezahat öğretmen, Necdi Yazangil ve Amcam Cevat Arslan
Cevat öğretmen ilkokul 4. Sınıfta Hamidiye öğretmen Okulunun stajyer öğrencisi olarak geldi ilk kez. Sonrada ilk görev yeri olan Akşehir’in Tuzlukçu nahiyesine bağlı Kundullu köyüne babaannem ile birlikte beni de götüren, mezuniyet diplomamın altında imzası olan kişi..
-Rahmetle anıyorum tüm ilk mektep öğretmenlerimi!...
Öğretmendi ‘hoca’ oldular!..
İlkokul sonrası Eskişehir Lisesi’nin ‘şimdiki Atatürk Lisesi) orta kısmına başladığımızda hepimiz ilk anlarda “öğretmenim” diyorduk. Gide gide öğrendik ki öğretmenlerimiz artık “ hoca” olmuşlardı…
Nedense o “hoca” sıfatını, camii hocaları ile eşleştirilmiş olmasından pek hoşlanmamıştım “hoca” hitabından. Rahmetli amcamın da köyün gençleri arasında lakabı giderek “Cevat Hoca” olarak anılmaya başlamıştı. O zaman zaman gülümseyerek karşı çıkardı:
-Aman ha karıştırmayın. Ben cami hocası değil, Cumhuriyet hocasıyım!..
Öyle ya da böyle biz de ortaokul, lise yıllarında bizler de “Hocam, hocam” demeye başlamıştık. Halen de öyle. Ben burada yine onlara “öğretmenim” demeyi sürdüreceğim!..
Kimler yoktu ki onlar arasında, hangi birini saymalıyım; Türkçe öğretmenimiz Yahya Bey, Edebiyat öğretmenimiz Vehbi Cem Aşkun, İngilizce öğretmeni Hamdi Göker, Fizikçi Rahile Hanım, Kimyacımız İhsan Bey, Müdür muavinlerimiz Hüsnü ve İbrahim Beyler ve daha onlarcası.
Bu özel günde hapsini rahmet ve saygı ile anıyorum.