Hepimiz sokak çocuklarıydık.

Bi dakka, bi dakka!

Yanlış anlamayın.

Hepimizin ailesi vardı.

Çocukluğumuz sokakta oyun oynayarak geçtiği için o sözü kullandım.

Yani demem o ki, Şimdiki çocuklar gibi evlerde yaşamadık.

Dört duvara mahkum olmadık!

Çember çevirir, misket (bilye) oynardık.

Sokağımızın köşesindeki bakkalın hakkını ödeyemeyiz.

Dükkanının önüne koyduğu yer fıstıklarından bir avuç araklardık.

Araklamanın, çalmak olduğunu bilmediğimiz bir yaştaydık!

Çocuk elinin avucu ne alırsa o kadar alırdık.

Yanlıştı yaptığımız ama çocuktuk işte!

İki buçuk kuruşa bir külah leblebi tozu alır.

Ağzımıza koyar sonra arkadaşımızın yüzüne Aptullah derdik.

Yüzü leblebi tozu ile bulanırdı.

Şimdi anlatırken bile gülüyorum.

Biraz büyüdüğümüzde de gönül çalmayı öğrendik.

Çalmak pek güzel bi deyim olmadı.

En zor olan şeymiş gönül çelmek diyelim.

Bizim gönül çelme işimiz.

Mektup yazmayla başladı.

Kolay değildi.

Bir kız arkadaşın yüzüne karşı ‘sana gönül koydum’ demek.

Bu dediklerim orta okul üçüncü sınıfta başladı.

O sevdiğimiz kıza yazdığım şiirler, ah o şiirler.

Çoğumuzu ve beni edebiyata tutkuyla bağladı.

O günlerin hayalleri; bu günlerin romanlarının mayasıymış.

İyi ki sevmişiz.

Zaten bu dünya sevgi üstüne kurulmamış mı?