Görsel açıdan bugünle karşılaştırılamayacak kadar yoksul geçen çocukluğumuzda “çiçek dürbünü” dediğimiz oyuncaklar vardı. Büyükler kaleydoskop derlerdi.  Bunlara bir gözünüzü kapatıp baktığınızda allı-morlu-yeşilli biçimler görürdünüz.  
     İşin en hoş tarafı, dürbünü salladığınızda ya da çevirdiğinizde bu biçimler değişir, bambaşka görüntülere dönüşürdü.  Bilgisayarlarla yetişmiş çocuklara komik gelebilir ama, bu değişim bizi şaşkına çevirirdi.
     İdeolojik açıdan dünya şu anda sürekli hareket halinde bir kaleydoskopa benziyor. Bir anı ötekine uymuyor.  Ne gördüğünüzü anlayamıyorsunuz. 
     İki gün önce Fransa’da aşırı sağcıların iktidara gelmesine kesin gözüyle bakılıyordu.  Bugün, Fransız solunun onlara attığı tekmenin kutlamaları yapılıyor.  Manş’ın ötesindeki İngiltere’de bir daha iktidardan gitmez denen muhafazakarlar, bir daha iktidara gelemez denen İşci Partisi’nin önünde madara oldular, tarihlerinin en ağır yenilgisine uğradılar.  
      Buna karşılık Nazizmle lekelenmiş Almanya’da aşırı sağ pazularını şişirmekte…
      Amerika’nin kaleydoskopu tam bir çılgınlık.  Biden’ın ayakta duracak hali yok.  Her an  düşebilir.  İran’da bir şeyler oldu, Kaleydoskop döndü, Azeri Türk kökenli “ılımlı” biri Cumhurbaşkanı seçildi. Suudi Arabistan’da Prens Selman Atatürk’e övgüler çekiyor…
      Evet, alametler belirdi diyebiliriz.  Ama neyin alametleri?

KÜRESELLEŞMENİN SONU
 

  Tarihin pek az döneminde görülmüş bir ideolojik savrulma döneminden söz ediyorum.  İdeolojiler aslında istikrarlı oluşumlardır, kolay kolay değişmezler.  Sağcıların solcu, solcuların sağcı olmasını zorlaştıran toplumsal ve bilişsel engeller vardır.  Aile ve medya bunlar arasındadır.  Aslında onlar pekiştirme araçlarıdır.  
      Sallasanız da kaleydoskoptaki görüntü pek değişmez. Meğer ki bir kırılma noktasından geçiyor olasınız.  Şu anda dünyanın öyle bir noktada olduğu anlaşılıyor. Belli ki, faylar, üzerlerine yüklenen enerjiyi kaldıramayıp, yeni bir biçime geçmek için gacırdamaktalar…
      Artık yeni şeyler söylemek gerekiyor.  
     Bence sıkışmanın birinci nedeni 20. Yüzyıl’da göklere çıkarılan “küreselleşme”nin sonuna gelinmiş olması.  Artık “enformasyon” en önemli ham madde haline geldiğine göre, emperyalist ülkelerin onları gasp etmek için uzak kolonilere gitmesine gerek kalmadı.  Petrolün bile saltanatı sona eriyor.  
      Düz sanayi ve hizmet için kendi ülkelerine çektikleri emeğe de eskisi kadar ihtiyaçları yok.  Robotlar o açığı hızla kapatmaktalar.
     İhtiyaç kalmayınca   artık kendilerine benzemeyen göçmen, sığınmacı, hatta misafir istemiyorlar. Gelenlerin yaşama tarzlarından, inançlarından, yaptıklarından rahatsız oluyorlar.  Bir an önce başlarından defetmek istiyorlar.  
      Ancak çoğu kez gelenlerin gidecek yerleri yok. İklim değişikliğinin de arttırdığı sıkıntılardan kurtulmak için lastik botlarda geçmeye çalıştıkları denizin dibinden başka.
     İnsanlığın umut bağladığı tılsımlı çareler fos çıktı: Kapitalizm yarattığı sorunlara çözüm üretemiyor, Komünizm kötü ellerde çöktü, Siyasal İslam fos çıktı, Demokrasi’nin içi boşaltıldı, Sosyal Demokrasi kuşatıldı. 
     İbreler yeniden şiddete döndü…  Savaş tamtamları duyuluyor…    

KORKULU GERÇEKLER

     Kaleydoskoptaki görüntülerin böyle değişmesini uçağın türbülanse girmiş olmasıyla da açıklayabiliriz.  Belki biliyorsunuz, iklim kriziyle bağlantılı olarak gerçek türbülanslar da artmış ve sertleşmiş.  Uçaklar bir sağa bir sola savruluyor, yerlerinden kopan çantalar havada uçuşuyor, kafalar tavana vuruyormuş. 
      Kemerleri sıkıca bağlamak lazım, tamam, ama demek ki o da yetmeyebiliyor.  
     Belli ki, bu uçak bu uçuşu tamamlayamayacak.  Belli ki, daha dayanıklı yeni uçaklar yapmak gerekecek.  Belli ki iklim krizine çare aramak gerekiyor. Belli ki, tek bir uçak firmasının bunun altından kalkabilmesi mümkün değil.
     Yeni bir dünya düzeni ve yeni bir Birleşmiş İnsanlık lazım!
     Yoksa kaleydoskoplarınızda bol bol hortlak, hayalet, öcü ve felaket görüntüleri seyretmeye hazır olun!