Bu yazımı, sobanın yandığı, ara sıra tüttüğü yıllarda yeni yıl kutlayanlara hatırlatmak
istediğim için yazıyorum. Daha apartmanlarla tanışmadığımız bahçeli evlerde
yaşadığımız üç artı birin bilinmediği ve bütün odaların kapılarının açıldığı ortasında
sobanın yandığı o evlerde geçen ve kutlanması günah olan yılbaşıları! Bir oturma
odası ve iki üç kardeşin yattığı yatak odası ve anne babanın yatak odası varsa dedenin
veya ninemizin yattığı sobanın yandığı o salon denilen yerdeki tahta divanı
hatırlatayım istedim.
Yemek masasıyla tanışılmayan o yıllarda sofra örtüsü yere serilir üstüne kasnak konur
onun üstünede sini koyularak yemek yenirdi. O yuvarlak sininin etrafında en az altı
yedi kişi yemek yerdi. Sıkışılırsa dokuz kişiye yan oturularak yer açılırdı. Anamızın
sevgisini de katıp yaptığı yemekler üç dört tabağa paylaştırılır öyle yenirdi.
Yılbaşı gecesi ise değişen şey bahçe içinde ki kümesten bir veya iki tavuk veya bir ay
önce alınan hindi kesilerek sofra çeşitlenirdi. Yemek yendikten sonra o gece gelecek
olan akraba yada komşularla radyodan yılbaşı kutlamaları ile türküler şarkılar
dinlenir. Orhan Bora’nın komik fıkralarıyla tombala oynanırdı. Hocalar o gece
yenilen hindinin ve oynanan tombalanın günahlığını, Cuma hutbesinde her yıl olduğu
gibi hatırlatırdı. Her yılbaşımız karla kaplı sokaklarımızda kartopu oynamakla
geçerdi. Ben hiç bir yılbaşımı saat onikiye kadar bekleyip kutlayamadım. Saat on
onbirde yatardık. Herşeyin doğal, insanların birbirlerini saydığı ve sevdiği, küçükler
kazansın diye çinko yada tombalayı yaptığı kartını söylemeyen, bizlerin kazanmasını
isteyen o insanları nasıl unutabiliriz. Hepsini rahmetle anıyorum. Yeni yılınız kutlu
olsun.