2007 yılı olmalıydı… 
Küçük kızım Fatmanur kötü bir rüyâ mı gördü, yoksa olumsuz bir vakadan mı etkilendi bilmem. 
 “Baba, n’olur, lütfen kalbini bir kontrol ettir.” diye tutturdu da tutturdu. 
“Kızım ben sporcu adamım. Dağ bayır gezer, deniz derya yüzerim. Çok şükür hiçbir sıkıntım da yok…” diye geçiştirmeye çalışsam da bir türlü laf anlatamadım.  
Uzun süre ısrarında devam etti. Hem de ağlamaklı… 
“Eh bunda da bir hayır vardır” diyerek razı oldum. 

Zamanın ESOGÜ Rektörü Nejat Akgün Hoca’ya durumu açtım. Hiç düşünmeden, 
-Sayın Valim dedi, size Bilgin Hoca’yı öneririm; abartmıyorum alanında bir numaradır. Türk tıbbına, bilhassa Kardiyoloji alanında yeni bir başlangıç, yeni bir düşünüş biçimi ve yeni bir bakış açısı getirmiş saygıdeğer biridir. Bilime ve bilhassa tıp bilimine olan derin vukufiyeti derin bir insanlık sevgisine dönüşmüş bir hocadır o. 

Randevu alıp gittik. 
Ofisine girdiğimde bana, “Hoş geldiniz” dedikten sonra, ayaküstü şöyle bir baktı. Ciddî bir tavırla ilk sözü, 
-Vali bey dedi, öncelikle bilmem gerek; siz benim hastam mısınız, değil misiniz? 
-Hocam pek anlayamadım, siz hastalar arasında ayırım mı yapıyorsunuz?  
-Evet dedi, yapıyorum; ve size soruyorum: Sigara içiyor musunuz? 
-İçiyor olsam bana bakmayacak mısınız? 
-Hayır bakmam, dedi; kendini öildürmeye azmetmiş insan için niye boş yere zaman harcayayım ki? İyileşmek isteyen diğer hastalarımın zamanını çalmak olmaz mı? 
O an, Bilgin Hoca’nın bu dobra dobra, gerçekçi ve dürüst tavrı öylesine hoşuma gitti ki anlatamam. Bu tutumu onun, doktorluktan daha fazla erdemlere sahip olduğunu gösteriyordu.  
Belli ki, bilimden doğruluktan başka otorite tanımıyordu. Makam mansıp ve teşrifata ise hiç, ama hiç aldırmıyordu. Fazla uzatmadım. 
-Tamam Hocam dedim, hiç sigara içmedim, içmiyorum da…  
Bu cevabım üzerine tatlı bir tebessüm ışıdı yüzünde.  
-Hah dedi, çok memnun oldum; işte şimdi size seve seve bakarım. 
İnsana sürekli düşünüyor hissi veren geniş alnı, zekâ fışkıran gözleri, yürekten ve sıcak gülümsemesi, daha sohbet başlamadan içimi ısıtmıştı.  
O an anladım;  karşımda duygularla örülmüş, kendine güvenli, umutsuzlukları umuda çevirebilecek “Bilge bir yürek” vardı. İlk kez görmeme karşın, kırk yıl hasret kaldığım bir dosta kavuşmuş gibi bir his uyandı içimde. 
 
 
 
 

Tevafuk bu ya; gelinimiz Dr. Gaye Çalışıcı da Bilgin Hoca’nın öğrencisi imiş.  Aile içi muhabbetlerde ondan öylesine bir sevgi ve saygıyla bahseder ki, her anlattığında zevkle dinleriz.  
-Hocamız, sözcüklere dökülemeyen bir muhabbet bağı kurmuştu aramızda. Uysal iyiliği yüreğinden ezeli bir teselli gibi akardı. Öğrenci ve asistanları onun gözünde, öğrenci ve asistandan öte kendi ailesinin öz bireyleri gibiydi. Fırsat buldukça bizleri evinde ağırlar, bir aile ocağı sıcaklığı yaşatırdı. Kaşı çatık, yüzü asık, hele de umutsuz olduğu hiç görülmemiştir. Sorunları ve sıkıntıları dik omuzla, vakarlı ve razı bir duruşla karşılardı. Gülümseyerek iş yapmak, zorlukları yenmenin en etkili yöntemiydi onun. Zorluklar karşısında asla yılmayan, azimli mi azimli bir mücadele gücü vardı onda.   Tıpkı enerjisini kendi üreten bir makine gibiydi hocamız; gece gündüz demez, durmadan ve yorulmadan çalışırdı. Bu tempoya nasıl dayanır, nasıl üstesinden gelir, hepimiz şaşardık.  
Kanatları altına giren hastaların yalnız kalplerini tedavi etmekle kalmaz, gönüllerini de tedavi ederdi.  Hastalarının tüm sıkıntıları ve rahatsızlıkları, onun muştulu sözleriyle ipinden kopan tespih taneleri gibi dağılıp giderdi. Bilhassa, kalp gibi ölümcül bir hastalığın acımasızca yaraladığı insanların umutlarını hep çoğaltmış, için için sevindirerek üşüyen yüreklerini ısıtmış, hayata yeniden ve sıkı sıkıya tutunmalarını sağlamıştır. Her kelimesi, her sözü, hastalarının ölgün ruhlarına can, çaresizliklerine derman olmuştur. İnanması zor ama, elinin değdiği her şey düzelen, gözünün gördüğü her şey çoğalan bir insandı. Durmadan, yorulmadan her hastaya yetişme cehdinde bir şifa kaynağıydı o. 

Dr. Gaye hanımın bu anlattıklarından etkilenip özgeçmişine bir baktım da…  
Bilhassa tıp bilimi alanında yaptıkları ve başardıkları bir faninin ömrüne sığacak gibi değildi. 
 Her biri bir romana konu olacak kadar değerli çalışmalarından bir kaçını bu köşe yazısının dar kalıplarına ancak sığdırabildim: 
-1976’da TÜBİTAK’ın “Tıp Dalı Teşvik Ödülü“ 
-1977’da Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi kurucu öğretim üyeliği, 
-1978’de Londra Üniversitesi Tıp Fakültesi‘nde, alanında Türkiye’de bir ilk olan, “Ekokardiyoloji” kitabı, 
-Rektörlük, dekanlık, senatörlük görevleri, 
-Türk Kardiyoloji Derneği yöneticiliği, 
-Kardiyoloji dergilerine danışmanlık, 
-TÜBİTAK Yaz Okulu kitaplarının editörlüğü, 
-2000’de “Avrupa kardiyoloğu“,  
-2001’de “Avrupa kardiyoloji fellowu”,  
-2002 senesinde ise “Avrupa klinik hipertansiyon uzmanı” ödülü. 
Daha neler neler… 
 * 
Ne mutlu Bilgin Hocaya… 
Namdan nişandan, mevki makamdan müstağni destansı bir ömrü memleketin ve insanlığın hizmetine vermiş. 
Düşündüm de, böylesi DEĞER’ler bir memlekete “KADERİN BİR ARMAĞANIDIR” 
 Kıymeti bilinmeli ve zamanın küflü kuytularında unutulmuşluğa terk edilmemelidir! 
Yaşarken kıymetleri bilinmeli, her vesileyle anılmalı ve hatırlanmalıdır. 
Çünkü onlar sisli ve puslu havalardaki “Deniz Fenerleri”dir. 
Fırtınalı hayat yolculuklarında yeni yetişen nesillere, yol açıp yol gösterirler. 

Vefalı dost, değerli bilim insanı Bilgin Timuralp Hocayı, yüreğimden gelen bir sevgiyle anmak istedim. 
İstedim ki, sağlıklı nice yıllar boyunca gençlerimize “Deniz Fener”i olsun!