Yıllar önce Sedat Yurtseven anlatmıştı.
Rahmetli hocaların hocasıydı.
Yüreklere dokuna dokuna, zaman içinde artan bir sevgiyle insanların gönül tahtına oturmuş bir insandı.
Türk töresince tam bir aksakaldı. Sözü sohbeti ballı, derin, hikmetli, öğreticiydi.
O gün dükkanına varıp oturduğumda gözlerini bulutlu görmüştüm. Damlalar gözkapaklarında titreşip duruyordu.
Ha yağdı ha yağacak...
Bir an bir derdi, bir sorunu mu var? diye düşündüm.
Ama tanıyıp bildiğim Sedat Hoca kişisel ya da ailevi hiçbir sorununu önemsemez, söz ve sohbet konusu yapmazdı.
Belli ki yüreğini yakan şey çok daha başkaydı.
-Hayrola Sedat Hoca dedim, seni kederli gördüm.
Yutkundu. Acı bir tebessüm belirdi dudaklarında. Gözlerinden boşanacak sağanağa karşı direncini kaybetmek üzereydi. Kalktı tuvalate doğru yürüdü.
-Geliyorum, dedi, analatacağım...
İyice meraklanmıştım.
Sedat Hocayı duygulandıran ve hatta ağlatan mesele nedir acaba diye düşünüp duruyordum.
Geldi, koltuğuna oturdu. Bir süre konuşmadı. Gözleri kızarık, çok uzaklarda bir şeyleri seyredercesine bir bana, bir etrafa baktı.
-Vali Bey dedi, dün akşam işten eve yorgun argın vardığımda bizim apartmanın kapıcı dairesinde hareketli bir kalabalık gördüm. Eşim hocanım da oradaydı. Sordum:
-Hayrola hanım dedim, düğün falan mı var?
-Yok dedi hocanım, Kapıcı İsmail’in oğlu askere gidiyor da... Onun asker kınası var, dedi.
Bende ucundan katılmak ve görmek istedim. Kapıcı İsmail kardeşimiz tam on dokuz yıldır hizmetimizi yapar. Dürüst, namuslu, çalışkan mı çalışkandır... Zaman içinde ailelerimizden biri gibi oldu. Bizim apartmanda kapıcılığa başladığında iki minik oğlu vardı. Bizzat şahidim; onları alın teri ve helal lokmayla büyüttü, yetiştirdi. Bu bebeler ne zaman büyüdüler? Hiç ama hiç farkında değilim. Demek onları büyütmüş de şimdi askere, vatan hizmetine gönderecekti.
Geçip bir köşeye oturdum. Kur'anı Kerim okundu, tekbirler getirildi, dualar edildi.
Sonra sıra kına yakma faslına geldi. Ben kına bir ele bütün yakılır bilirdim. Öyle yapmadılar. Kınayı, asker oğlumuzun sağ elinin üç parmağına yaktılar. Buna bir mana veremedim. ''Bu nasıl kına yakma'' diye hanıma sordum.
-Bu üç parmak var ya, düşmana tetik çeken parmaklar Sedat dedi. Töre gereğince sadece tetik çeken parmaklar kınalanırmış, anladın mı?
Anlamasına anlamıştım ama yüreğime de gelip bir şeyler saplandı. Öyle ki o andan beri hala o kınanın tesirindeyim.
Bir süre buğulu gözlerle daldı gitti. Sonra yağmura yakalanmış bir kelebek tedirginliğiyle,
-Bir yandan sahte raporlar, çeşitli dümenlerle çocuklarını askerden kaçıran sahtekârları düşünüyorum. Öte yandan bizim kapıcı İsmail’i… Ve işin içinden bir türlü çıkamıyorum. Bir yandan gariban İsmail’in yüreğindeki vatan aşkına seviniyor, öte yandan adaletsizlik ve haksızlıklara isyan ediyorum.
O günü ve Sedat Hoca'nın anlattıklarını hiç ama hiç unutamadım.
*
Aha şimdi haberlere bakıyorum…
On iki “Kınalı Kuzu”nun şahadet haberi içimi yaktı, yüreğimi dağladı.
*
Hele de Şehit Piyade Er Yasin Karaca’nın sosyal medya profilindeki şu yazdıkları...
Beni yürekten ağlattı…
"Her şey vatan için,
Can için,
Göz kırpmaz can veririz bir avuç toprak için…"
Evet şehidimizin dediği gibi tam on iki Kınalı Kuzu bir avuç toprak için can verdi.
Türk’ün kanını koklamış, öpmüş olan her toprağın ruhunu ruhumda duyarak içimden dua ettim:
“Ya Rabbi… şehitlerimize rahmet eyle, bizleri de o mübarek şehitlerimize lâyık eyle!”
*
Türkiye’nin yüreğine şehit ateşi düşmüşken ve şehit haberleriyle yüreklerimiz kan ağlarken, bakıyorum da kimileri, sanki hiçbir şey olmamış gibi vur patlasın çal oynasın havasında eğlenceler, festivaller yapıyorlar.
Afyon’dan da bir vatan evladı şehit düşmüş, birileri de bir termal otelde çalgılı çengili festival yaparlarmış.
Bu durum ise haklı olarak şehit babasını isyan ettirmiş:
“Ben Şehit Kerim Üye’nin Babası Süleyman Üye…
Helva sizin evde kavrulmayınca bizim çektiğimiz acıları anlayamazsınız.
Açın, gülün, yiyin, için…
Unutmayın ki bizim oğullarımız sayesinde yiyor, içiyor, gülüyorsunuz…
Hatta aldığınız nefes bile bizim oğullarımız sayesinde…
Bir şehit babası olarak hakkımı helal etmiyorum.”
*
Şehit Babası ne kadar haklı değil mi?
Ve ben bu aymazlara, yüreklerini nasır bağlamış bu duygusuzlara,
“Yuf olsun size de, sizin gibilere de..!” demekten kendimi alamıyorum.
Çünkü millet olmak demek:
Kara günlerin cefasını da,
Mutlu günlerin sefasını da…
Birlikte karşılamak, birlikte ağlamak, birlikte gülmek demektir.