Yerin göğün donduğu, rüzgârın sustuğu,  
Karıncaların dahi durduğu gündü… 
At üstünde cambaz, ateşte yanmaz, savaştan dönmez yiğitler,  
Bozkırın ele avuca sığmaz deli taylarına çelik gemler vurmuş bekliyorlardı.  
Güneşin ardından doğmuş “İkinci Bir Güneş” gibi,
Hilâl bıyıklarıyla hanlar hanı Mete Han geliyordu. 
Kır renkli devlet atının üstünde, vahşi bir kurdun en hırçın anını andıran bakışlarıyla ufukları deliyordu.  
Yaklaştıkça, nefes almayı dahi unutmuş erler sadece kendi kalp atışlarını duyabiliyordu. 
 Gündüz vakti, mavi gökte doğan bir yıldız hilâlle kucaklaşırken,  
Attan inip topuk vuran erlerin ayak sesleriyle yer gök sarsıldı.
Ve sonra...
Hanlar hanı Mete Han’nın sesi, gök gürültüsü gibi yankılandı Tanrı Dağlarında: 
 “Ey Türk!  
Yüce Tanrı, senin burcunda doğdurdu devlet güneşini;  
Sana ad verdi Türk diye;  
Ülkeler verdi mülk diye… 
Sen istersen, yenilir karıncaya koca fil! 
 Olur karşındaki ordular harap ve sefil! 
Eline değen tek damla, sel olur çağlar,  
Çağıran sen olursan kökünden yürür dağlar! “ 
Deyip buyurdu: 
-Gün batımına… Kızıl Elma’ya! 

Ve böylece… 
 Türk’ün ebediyyen sürecek hayat macerası başladı. 
Bu buyrukla,
‘Göklerin Ordusu’ Büyük Hakan’nın gösterdiği yöne, yüzyıllarca bir kudret sağanağı olup aktı, aktı…  
Geçtikleri yerleri yurt,Anadolu’yu vatan yaptı. 
Düşmanları her zaman bir değil bin oldu. 
Ama o bir iken, bin düşmanla vuruştu. 
Çağlar kapatıp çağlar açan Alpaslanları, Yavuzları, Fatihleri var eyledi. 
Gemileri karadan yürütüp kralları, imparatorları kendilerine ram eyledi. 
Ve her zaman dünyayı kanlı zalimlere dar eyledi. 

Bu büyük milletin başına zaferler kadar bozgunlar, felaketler de geldi. 
İçten dıştan nice kalleşlikler, nice ihanetler de gördü. 
Açlık, yoksulluk, salgın hastalıklar ve sırttan vurmalar da yaşadı.  
 Zalim devletlerin insafsızca üstüne abandıkları o karanlık yıllarda, yapayalnız ve çaresiz bırakılmışlığı da... 
Hiçbir zorluğa aldırmadı.
Her zaman içinden bir Mete Han çıkarıp kutsal ve soylu bir isyan başlatmasını bildi. 
Ortalığı kan, barut ve ateş cehennemine çeviren düşmanlarının üstüne üstüne yürüdü.
Ve küllerinden yeniden doğdu.

Evet, milletçe bir büyük felaket yaşadık. 
Yüzyılın felaketi diyenler var. 
Evler, haneler, şehirler viran oldu. 
Canımızdan canlar koptu. 
Acımız büyük… 
Tarih göstermiştir ki, acılı zamanlar, Türk Milleti’nin yeniden dirildiği galeyanlı zamanlardır. 
Millî ülkünün yaktığı ateşle bir olup, diri olup, iri olup bu zor günlerin de üstesinden geleceğiz. 
Gözyaşlarımızı, depremzede kardeşlerimizin gözyaşlarına katarak, yüreklerimizden taşan şefkat ve sevgiyle yaralarımızı bir bir saracağız. 
Ve inşallah… 
Türk Milleti’nin o büyük şafağına doğru inanç, azim ve kararlılıkla yürüyeceğiz.