Bugün “düşünce, varlık ve ölüm” üzerine kısa cümlelerle “akıllı rüzgarlar” estirmiş filozofların arasında dolaşmak istedi canım. Arada bir onların küçük cümlelerle ettikleri büyük laflara dikkat çekmek lazım, az konuşup çok şey demiş olabilirler. Mesela Dostoyevski’ye göre bilincin temelinde acı çekmek varmış, ancak çektiğimiz acılarla kendimizi keşfedebilirmişiz. İnsanın acısını yine insan alır derler. Uğur Mumcu zamanında sanki kendisini tarif etmişti: “Çağlar boyunca daha iyi, daha güzel ve daha aydınlık bir dünya isteyen insanlar, düşünceleri uğruna çok acı çektiler, öldürülmeyi göze aldılar ve öldürüldüler”. Platon’a göre, “düşünce dediğimiz bilinen ile cehalet arasında herhangi bir şeymiş.” Oscar Wilde’a göre ise; Tehlikeli olmayan düşünce, düşünce diye anılmaya bile değmezmiş. Her düşünce tehlike içerir mi acaba? Mesela benim ülkemde her düşünen insan hep tehlikeli sayılmıştır. Paul Valery bu durumu şöyle açıklar: “Düşüncenin üstesinden gelemeyen düşünenin üstesinden gelmeye kalkışır…”
Yine Dostoyevski; “Ne yaparsak yapalım pişman öleceğiz herhalde, belki yaptıklarımızdan belki de yapamadıklarımızdan” demişti, ne kadar da doğru, hiçbir pişmanlık yaşamadan giden var mıdır acaba bu dünyadan. “Dilimin sınırları dünyamın sınırları kadardır” diyen Wittgenstein’a göre gizemli olan dünyanın nasıl var olduğu değil, onun var olmasıymış. Varlık en çok yoklukta belli olurmuş, çünkü bazen tek bir varlık eksilir her yer çölleşirmiş. “Ölenler ölümü bilmez, ölüm kalanlar içindir” derler. Farabi bir ileri boyuta taşımış meseleyi; “İyi bir insan öldüğünde onun için değil, onu kaybeden toplum için ağlayın” demiş. Halil Cibran; “İstek hayatın yarısı, isteksizlik ve kayıtsızlık ölümün yarısıdır” diyor. Jean Paul Sartre; “Hayatı insanlar için yaşanır kılan da işkenceye dönüştüren de kişinin kendi yaptığı seçimlerdir” demiş. Son noktayı biz Kral Oidipus’un tragedyanın sonundaki sözü ile koyalım: “Bir insanın sonunu görmeden onun için mutluluğa ermiş demeyin…”