Memlekette her şey yolunda gitmese de yolunda giden bir şeyler var gibi. 
Mesela havalar ısınıyor. Eli kulağında bahar gelmek üzere...
Ama gündem saatlik, günlük değişmeye devam ediyor. Tutuklamalar, diploma, kayyumlar, Saraçhane, boykot, borsa, döviz, altın, merkez bankası ve yaşananlar normalmiş gibi algılanıyor. 
Siyaset, TÜİK, Merkez Bankası, döviz rezervleri, müdahale aynen devam ediyor. 
Lakin kanunlar yenilendikçe yenileniyor ama biz bize benzeriz den öteye gitmiyor. 
Kendini inkar eden üniversiteden sonra sıra proje okullarına geldi. Hiçbir kritere dayanmadan binlerce öğretmen merkeze çekiliyor ve on binlerce öğrenci mağdur ediliyor. Devamın da mı, liseliler sokağa iniyor.
Enflasyon hız kesmeden yuvarlanıyor. Muhalefet bastırıyor. İktidar inadından vazgeçmiyor. Halk mutsuz, umutsuz bir yerlere sürükleniyor. 
Trajik komik olaylar gerçek filmleri aratmıyor. Kayınvalidesini kaçıran damadın aşkı güne damga vurura biliyor. 
Problem mi var, yok, var, yok yok diyorlar. Ama herkes problem var diyor.
Görünen o ki asıl problem, anormal olanın normali yok sayarak kendine benzetmeye çalışmasından kaynaklanıyor.

Evvel zamanda; dere tepe, dağ taş dolaşmayı çok seven tek gözlü bir adam varmış. Yürür yürür gider, gider gider yürürmüş…
Bir gün uzaklarda renkleri karmakarışık bir köy görmüş; alacalı bulacalı garip bir köy. Köye doğru yürümüş, yürüdükçe yaklaşmış, yaklaştıkça da ne görsün. Yolları tuhaf, evler tuhaf, insanları tuhaf ama bir anlam da verememiş.
Ancak köyün içine girince anlamış meseleyi. Körler köyüymüş burası.
Kadınların, erkeklerin, çocukların velhasıl herkesin sımsıkı kapalıymış gözleri.
Gezgin tek gözlü adam karar vermiş burada yaşamaya. “Hiç değilse benim tek gözüm var” diyormuş.
Körler ülkesinde şaşılar kral olur derler ya bende bunların başına geçer yaşarım demiş.
Körlerin gözleri yokmuş ama elleri, kulakları, burunları çok hassasmış. Kendilerine göre kurdukları o düzenin içinde yaşayıp gidiyorlarmış.
Hayrete düşüren bu garip hallerini şaşkınlık içinde izler dururmuş.
Yürümeleri, konuşmaları doğrusu başka türlüymüş.
Bir gün körlerden biri ötekilerden birinin malını çalmış. Sadece tek gözlü adam görmüş. Bağıra bağıra ilan etmiş, “Filanca falancanın malını çaldı, o çaldı” demiş.
Körler; nerden biliyorsun ki demişler, o kadar uzaktan duyamazsın ki?
Ben duymadım gördüm demiş adam. Gözüm var benim görüyorum…
Körler göz diye, görmek diye bir şey bilmiyorlarmış. Çok uzun zaman önce unutmuşlar bu hissi. Görmek ne demek, ne işe yarar demişler. Nasıl görüyorsun yani, duyulmayacak mesafeden anlayabiliyor musun ne olup bittiğini?
Anlıyorum tabi demiş adam. İnanmayız, imtihan edeceğiz seni demişler.
Adamı almış uzakta bir yere dikmişler. Tecrübeleriyle eminlermiş ki, o uzaklıkta hiçbir şey duyulamaz.
Anlat bakalım demişler, biz şimdi ne yapıyoruz? Adan anlatmış; oturuyorsunuz, kalkıyorsunuz, konuşuyorsunuz, yemek yiyorsunuz, şu şunu yaptı bu bunu yaptı falan…
Derken körler bir evin içine girmişler, bağırmışlar da bağırmışlar…
“Hadi anlatsana…” içeri girdiniz, göremiyorum ki demiş adam.
Ne olmuş yani içeri girdiysek, elli santim fark var, anlat hadi anlat demişler.
Arada duvar var ama demiş adam, göremiyorum…
Körler sen atıyorsun demişler. Çıkın dışarı söyleyeyim demiş adam.
Bu kadar mesafeden duyduktan sonra ha içerisi ha dışarısı demiş körler. Öyle şey olmaz demişler. 
Sende bir problem var. Saçmalıyorsun, acayip şeyler söylüyorsun. Hekime muayene ettireceğiz seni. Adamı yaka paça hekime getirmişler.
Hekim de kör tabi! Elleriyle yoklamaya başlamış. 
Adamın açık olan gözünü kastederek “Buldum buldum demiş, problem burada… Saçmalaması bundan dolayı diyormuş, şimdi düzeltirim ben onu.
Körler ülkesinde kral olmak isteyen gezgin zor kurtarmış canını.
Dolayısıyla körler görenleri anlayamazlar. Saçmalıyor sanırlar ve onu da düzeltip kendilerine benzetmek için gözlerini çıkarmaya uğraşırlar.


Çünkü problemin kendinde olduğunu düşünmezler oysa problem buradadır.