Yaşam her anında insana yeni bir şey öğretmek için bunca çaba içindeyken, bu bonkörlüğü elinin tersiyle itip; inatla “hayır, ben cahil kalmak istiyorum” diyen bir halk olabilir mi? Gerçi cahil halkın ferasetine güvenen güya okumuş bir kesim var ama onlar çıkarları gereği bu konumdalar, yoksa kimse kişisel olarak cahil kalmak istemez. Zaten cahil olan da cahil olduğunu bilmez. Olay kişisel değil toplumsal aklın tıkanmasıdır. Bu da ancak dinsel bir zorlama, kölelik veya herhangi bir ideolojinin dayatılması sonucu oluşan körlükten ileri gelir. Bu toplum Cumhuriyete kadar okumuyordu, okumak isteyenlerde zaten kitap bulamıyordu. Osmanlı toplumunda büyük çoğunluk köyde otururdu, onların öğrenme olanağı ise yok denecek kadar azdı. Okumayı bilmedikleri bir dille yazılan Kuran’ı da okumadılar, ama dindar oldular. Sorsanız kendi dinini de tarihini de bilmez. Bu toplum tutucu imiş, sizce neyi tutuyor? Doğan Kuban Hoca (1926-2021) yaşarken durumu şöyle özetliyordu: “Dünyanın içinden geçtiği neredeyse üç bin yıllık insanlık tarihinin bazı performanslarından haberdar olmamak kişisel değil, toplumsal bir olaydır. Cehalet kuşkusuz öğretimsizlikten kaynaklanır. Öğretimsizlik öğretilecek bir şey olmamasından değil, bilginin var olmamasından, ya da varlığının zararlı görülmesinden doğar”. Böylece cahil kalmadığımız ancak cahil bıraktırıldığımız anlaşılıyor. Cahiller gurubu aynı zamanda sömürülenler gurubu anlamına da geliyor. Peki bu işten kim yararlanıyor dersiniz?..
Ne demişti Goethe; “Üç bin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan günübirlik yaşayan insandır.” Genç kuşaklara en azından üç bin yıllık tarihi yalansız yanlışsız aktarmak lazım. Mitoloji ve Tragedya nedir, neyi anlatır? Heseidos’u ve Homeros’u, Mitos’u ve Logos’u anlatmak gerek. Bilimlerin atası felsefeyi başlatan Thales’ten, doğa filozoflarından, “hepimiz balıktık” diyen ilk evrimci filozof Anaksimandros’tan söz etmek gerek. Felsefeyi kendinden öncekiler ve sonrakiler diye ikiye bölmüş Sokrates’i sorgulamadan yaşanır mı? Platon ve Aristoteles’i bilmeden bugüne varabilir miyiz? İlk çağ düşünürlerini anlayıp din baskısının yol açtığı, orta çağın Tanrıyı yaşamın merkezine koyan “skolastik felsefesine” göz atmadan olur mu? Oradan insanı ve aklı ön plana alan rönesans, reform ve aydınlanma hareketlerinin yol açtığı moderniteyi özümsemeden bu dünyayı nasıl anlayacağız? Fransız ihtilalini, Amerikan Devrimini bilmeden bugünlere nasıl geleceğiz? Endüstri devrimini, elektrik ve teknolojiyi sıraya koymadan uygarlığı nasıl yaratacağız. Tüm bunlar anlaşılmadan “Digital Devrim” ve “Yapay Zekâ” ile nasıl baş edeceğiz? Aslında haberdar olmak farkındalığımızı artırır, yanlışa düşmemizi engeller. Bilgiye giden yolları açmadan bu ülkenin kurtulması mümkün değil. Oysa bugün biz ne yapıyoruz? Üniversiteleri hallettik orta eğitime el attık, köklü liselerin eğitimlerini baltalamak için uğraşıyoruz. Amaç tam bağımlılık yaratmak! Emperyalizme, gericiliğe, bilgisizliğe, yoksulluğa ve yoksunluğa tam bağımlılık…
NOT: Bu yazı beş sene önce yazdığımız bir yazının yeniden gözden geçirilmiş halidir.