1977 Yılı sonlarıydı... 
 Seyitgazi Kaymakamlığına henüz atanmıştım.  
Adalet Partisi Eskişehir İl Yönetimi ziyaretime geldi. 
Aklı başında, oturaklı insanlardı; uzun uzun hasbihal ettik. 
Fakat biri bana öylesine sıcak, öylesine sevgi dolu davranıyordu ki, içimi ısıttı.  
Ayrılırlarken kartını uzatarak, 
-Kaymakam Bey dedi, gerçekten kanım kaynadı, çok sevdim. İşyerime muhakkak bekliyorum. 
 Ardından da,  
-Gelmemezlik etme ha, diye ekledi. 
Elime tutuşturduğu karta baktım; “İdris Hatipoğlu” yazıyordu. 

Sonrası Eskişehir’e her geldiğimde İdris Dede’ye hep uğrardım. Onun o camcı dükkânındaki sohbetlerinin tiryakisi olup çıkmıştım. 
İdris Dede oturaklı, eşraf adamdı. Engin hayat tecrübesinden beslenen keskin bir zekâsı, bilgi ve sezgi gücü vardı. Muhacirliğin acılarıyla pişmiş, yürek imtihanından geçmiş, tam bir halk filozofuydu. Dinî, millî ve tarihî konuları öylesine destansı anlatırdı ki, ağzı açık dinletirdi.  
Zamanın sosyal ve siyasal ahmaklıklarını ise usturuplu bir dille hicveder, etrafındakileri hem güldürür, hem düşündürürdü. 
Kendisi partiliydi ama partici değildi. Yeri geldi mi mensubu bulunduğu partiyi dahi eleştirmekten geri kalmazdı. Bir sohbet esnasında, 
-Bizdeki partilerin hepsi turşu Kaymakam Bey, demişti. Tek farkı kimi limonlu, kimi sirkeli… Demokrasimiz ise maşallah kara şanzımanlı BMC…Her on senede bir arıza yapar, ara gazı vermeden de yola devam edemez.   
Sakın ola demokrasi var zannedip hak mak aramaya kalkmayın.  Adamı ''Götürün merkeze, öptürün herkese'' yaparlar ha... Diyerek hem güler, hem güldürürdü. 
Kimi aydın geçinenlere inat, demokrasi serüvenimizi birkaç özlü cümleyle biir güzel anlatıverirdi.  
İdris Dede’nin camcı dükkânı, o yıllarda benim için ikinci bir “Hayat Mektebi” olmuştu. 

Araya uzun yıllar girdi. 
Eskişehir’de vali olarak göreve başladıktan bir süre sonraydı. 
Torunu Nebi Bey beni Europen’in bir kutlama yemeğine davet etti. 
Ne mutlu tevafuk!  
Bir de baktım karşımda İdris Dede… Hayli yaşlanmış olsa da onu tanıdım.  
Sohbet sırasında geçmişte Seyitgazi’de Kaymakamlık yaptığımı öğrenince yüzüme mana dolu bir bakışla uzun uzun baktı. Sonra gözbebeklerinin derinlerinden mutlu bir ışık parladı. 
-Vali Bey dedi, bir zamanlar Seyitgazi’de çok sevdiğim, ele avuca sığmaz, fişek gibi bir kaymakam vardı, yoksa o sen misin? 
Beni tanımıştı; yerimden fırlayıp elini öptüm. 
-Fişek gibiliği kalmamış olsa da o kaymakam karşında İdris Dede, dedim. 
Bir an şaşırdı; gözleri ıslak ıslak, kalkıp beni kucakladı. 

Vali olarak görev yaptığım süre zarfında fırsat oldukça ziyaretinde bulundum. 
Üşengeçlik bilmeyen, çalışkanlığıyla canlı bir bereket gibi tanıdığım İdris Dede yaşlanmış, eski cevvaliyetini yitirmiş, kendini hayat ırmağının akıntısına bırakıvermiş gibiydi. 
Sebebini bilmesem de, yüreğinde onu yakıp kavuran bir hasreti olduğu yüzünden okunuyordu. Bir ıstırabın girdabında olduğu öylesine belliydi ki iç dünyasında, o an bilemediğim bir şeyler yıkılmış, bir şeyler devrilmişti sanki.  
Bunu, dalıp dalıp gitmesinden, sık sık ıslanan gözlerini silmesinden anlamıştım. 
Sorduğumda inlercesine, 
-Oğlum… deyip başını yere eğdi, arkasını getiremedi.  
Anlamıştım ve sorduğuma da pişman olmuştum. Karşımda, yüreği evlât acısı ile yoğrulu muzdarip bir baba kalbi vardı.  
-İnsanın ömrü tükenir de çilesi tükenmezmiş be Vali Bey, dedi. Sıra bendeyken beklemedi, o gitti.  
Her görüşmemizde dikkat ettim; tek ümidi ve tesellisi Nebi idi. Bütün ilgisi ve sevgisi onun üzerinde yoğunlaşmıştı. Geleceği onda görüyor, ona hayallerini ve umutlarını yeşertecek bir evlat gözüyle bakıyordu. 

Sonraları Nebi Bey’i daha da yakından tanıdım. 
Hem Eskişehirspor yönetiminde ve hem de başkan olarak...  
Eskişehirspor Başkanı olmasını bilhassa arzu etmiştim; Beni kırmamış, sorumluluktan kaçmamıştı..  
Yanılmamıştım; işini bilen, dik duruşlu ve mertti. 
Nitekim takımın şampiyon olmasında çok büyük emeği oldu. 

Şu sıralar siyasi arenada Nebi Bey’i linç etme peşindeler. 
Öyle bir rüzgar estirdiler ki… 
Sanki Türkiye’de parti değiştiren ilk kişi Nebi Beymiş gibi… 
Yahu beyler…  
Siyaset dünyasına şöyle bir bakın! 
Parti değiştirmeyen kaç kişi var?  Burada yazmaya kalksam kim bilir kaç cilt kitap olur. 

Mesela Nebi Bey’i suçlayan Meral Hanım…  
İlk DYP'de siyasete başladı. 
Oradan ayrılıp Tayyip Bey ve Abdullah Gül ile kol kola Ak Parti’nin kuruluş çalışmalarında bulundu.. 
Orada da durmadı, MHP'ye geçti.  
2015 seçimleri sonrası genel başkanlık sevdasına kapıldı. 
Olmayınca MHP’yi de bıraktı. 
"Tencere dibin kara, seninki benden kara" hikayesi...

Kamuoyunun malumu MHP’de bir genel başkanlık yarışı oldu.
Ta o zamanlar Meral Hanım'ı çok yakından tanıdım. 
Bir lider ki; 
En önce özüne sözüne güvenilir, ahde vefalı olmalı. 
Yola çıktıklarını yolda satmamalı. 
Ne yazık ki bu vasıfların hiçbirini Meral Hanım’da göremedim. 
Partisini de o hale getirdi ki deve mi kuş mu, belli değil. 
 “Uç…” diyorsunuz,”Ben deveyim.”diyor. 
“Yükü taşı…” diyorsunuz; “Ben kuşum” diyor. 
Lafa geldi mi milliyetçi-ülkücü, 
İcraata geldi mi her ne ararsan var.   

Hele de şu sıralar...
İstifalar, kayıp 132 milyon söylentileri, taciz ve istismar iddiaları, belediyelerle ihale ilişkileri; ayyuka çıkan çantalarla para söylentileri, polis teşkilatını tümden zan altına bırakan muğlak beyanlar… 
Ortalığa saçılmış gidiyor. 
*  
Hani Meral Hanım Nebi Bey’i kastederek: 
 “Allah bizi ondan korudu, kurban keseceğim” falan demişti ya… 
Bana göre tam tersi…  
Allah Nebi Bey’i korumuş. 
Nebi'ciğim, geciktirmeden bir kurban kes!
İYİ olur...