Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman, Gaziantep, Şanlıurfa, Adana, Malatya, Elazığ, Diyarbakır… 
Mübarek vatan coğrafyamızın gerdanına dizilmiş dünyanın en güzel incileri… 
Kendini gizleyen esrarlı güzellikleri bir yana, her birinde insanımız, hayatımız, vatanımızın manevî çehresi olan tarihimiz, medeniyetimiz ve kültürümüz ışıl ışıldır. 

Adıyaman, Kahramanmaraş ve Hatay’da bilfiil görev yaptım. 
Diğer illerimize ise, çeşitli görevlerle gittiğim çok oldu. 
 Saatlerine, mevsimlerine karıştığınızda görürsünüz; 
Hakiki benlikleriyle hepsi de Türk ruhunun en halis ölçülerine sahiptir. 
Ve her birinin eteklerinde Türk tarihinin büyük düğümleri çözülüp bağlanmıştır.
Tarih tanıktır ki o kara günlerde, vatan ve millet esaret altındayken bile teslim olmamışlardır.
*
Var ve yürekten bak, can kulağı ile hele bir dinle onları… 
Sütçü İmam;
Kurtuluş Savaşımızın en karanlık günlerinde vatan ve bayrağın, uğruna can verilecek “Namus” olduğunu fısıldar kulağına. 
Tayfur Sökmen;
Büyük Atatürk’ün emir ve işaretiyle Hatay’ı Fransız emperyalizminin kanlı dişlerinden alıp nasıl Anavatan’a kavuşturduğunu anlatır sana. 
Saim beyler, Tufan beyler… 
O yiğit vatan evlatları ki bütün Çukurova’mızı, Kilikya adı altında Ermenistan yapmak isteyen o zalim devletlerin emellerini, bir avuç vatan evladı çeteyle nasıl yerle yeksan ettiğini anlatırlar. 
Hele de, 
“Ben Antepliyim Şahinim Ağam 
Mavzer omzuma yük, 
Ben yumruklarımla dövüşeceğim 
Yumruklarım memleket kadar büyük” 
 Diye haykıran Ayıntaplı Şahin Bey…  
Hâlâ daha ismini duyduğumda içim titrer. 
Gerçekten yumruklarıyla dövüşe dövüşe Fransız’a dünyayı nasıl dar edip şehitler kervanına katıldığını anlarsın. 
Urfa ki…
Kulağını biraz versen, gözleri semada, peygamberlerle konuştuğunu duyar gibi olursun. 
Adıyaman’a vardığında ise;
Nemrut Dağı’nın mağrur ve dumanlı zirvelerinin sonsuzlukla nasıl konuştuğunu, yıldızların saatini nasıl kurduğunu hissedersin. 

Deprem adı altında, ölümün uğursuz tırpanı bu güzel şehirlerimizde rast geldiği her şeyi yıktı, biçti. 
 Şu an içimde dayanılmaz vicdan azabı gibi bir sızı… 
Giden canlarımıza, yıkılan yuvalara, yok olan umutlara ağlıyoruz.  

Depremin dumanı henüz tüterken şu aymazlığa bakar mısınız? 
Yaralarını sarmaya çalışan ve yaşam mücadelesi veren mazlum kardeşlerimizin yürek yakan vebali o kalın enselerinde, bir çeki demiri gibi asılı iken…  
Hiç utanmadan acılarımız üstünde tepinerek, yeniden koltuk sevdası uğruna kavgaya tutuştular. 

Ama biliyoruz ki, 
Her gecenin bir sabahı, her kışın bir baharı elbet vardır. 
Büyük Türk Milleti, her zaman olduğu gibi hüsranları azme çevirecek, yokları var eyleyecek ve bu ıstıraplı yıkımın kilidini de en kısa bir zamanda çözecektir. 
İnanıyorum ki, sevdiklerinin bedenlerini kara toprağa harceden bu güzel kentlerimiz, yıkılmış toprakların altından dağ gibi bir zeybek heybetiyle diz vurup yeniden ayağa kalkacaklardır.  
Yurdumuzun incisi bu güzel şehirlerimiz, yeni baharlarda hayatın türküsünü eskisinden daha güzel söylemeye başlayacaklardır. 
İnşallah… 

Duam ve dileğim o ki, gelecek mutlu günlerinde:  
Kahramanmaraş’ımız; 
Tarhanasına, Dondurmasına, İçliköftesine,  
Gaziantep’imiz; 
 Baklavasına, Lahmacununa, Beyranına, Katmerine, 
Urfa’mız; 
 Mırrasına,  Cartlak Kebabına, 
Malatya’mız; 
Geleli Kebabına, Kiraz Yaprağı Sarmasına ve Kayısısına, 
Hatay’ımız; 
 Künefesine, Orukuna, Fellah köftesine,  
Adıyaman’ımız; 
Çiğköftesine, Hıtabına, Abuzerkebabına, 
Adana’mız;  
Kendisi acı, yemesi tatlı Kebabına, Şırdan Dolmasına, 
Elazığ’ımız;  
Harput köftesine, Balakgazi Böreğine, Dolanger Tatlısına 
Diyarbakır’ımız; 
Kaburga Dolmasına, Burma Kadayıfına en kısa zamanda kavuşur. 
Kavuşur da… 
Ebediyen, Türk Milleti’nin gönlünün sevgilisi, ağzının tadı olmaya devam ederler.