Acısıyla tatlısıyla tüketilmiş koca bir yılı daha geride bıraktık.
Düşündüm de;
Hayatla akıp giden ne çok şey var?
Dünyaya ağlayarak gelip, dünyadan ağlayarak giden insanoğlu için, zamanda yolculuk mudur hayat denen şey acaba?
“Bülbülün çilesi yanmakmış güle
Ömürler geçiyor ağlaya güle
Yolcuyuz cümlemiz hep o meçhule…”
Diye dertlenen şair, acaba hangi gerçeği anlatmak için bu dizeleri yazmış?
Hayalle gerçek arası o uzun ve ince çizgide,
Her gül solacağını bile bile bir kaderle açıyor,
Her kuş öleceğini bile bile bir kaderle uçuyor, değil mi?
*
Belki bilirsiniz “SİMURG MASALI”nı…
Zamanlardan bir zaman, adı SİMURG olan bir kuş varmış.
Öyle bir kuş ki, dünyadaki bütün kuşların sultanıymış.
Çok uzaklarda, mor renklere bürünmüş, adına Kaf Dağı denilen gizemli bir dağın ardında yaşarmış.
Uzun boynunda beyaz halkalar bulunurmuş.
Safran tüylü, güzel sesli, insana benzer gözalıcı bir kuşmuş.
Bütün kuşlar iyice merak eder olmuşlar sultanlarının nasıl ve nerede olduğunu.
İçlerinden bir bilge kuş başlamış anlatmaya:
“Her gece ufuktan bir dolunay doğarmış ve Kaf Dağı’nın zirvelerini yıldız yıldız nakışlayıp nura boğarmış.
Öyle bir dağ ki, sümbül saçlı bulutlarla beyaz buzullar beneklermiş zirvelerini.
Gece olduğunda o zirvelerden yıldızlar serpilirmiş gökyüzüne.
Masal perilerinin tılsımıyla bir büyülü âlem başlarmış.
Sultanımız Simurg, her gece bir yıldızın bakışlarına sevdalanıp uzun sarı saçlarına sarılırmış.”
Bunları duyan kuşlarda Kaf Dağı’nı ve sultanlarını görmek için dayanılmaz bir arzu uyanmış.
Yol uzun, yolculuk zorlu da olsa, her tehlikeyi göze almışlar.
Toplanıp sultanlarını bulmak isteğiyle hep birlikte yola çıkmışlar.
Gece gündüz, kış yaz dememişler.
Uçsuz bucaksız ovalar, fırtınalı deryalar, baş döndüren uçurumlar ve sarp vadiler üzerinden uçmuşlar, uçmuşlar...
Bu meşakkatli yolculuk sırasında, onca kuştan kimi karlı dağlarda, kimi ıssız ovalarda, kimi baş döndüren uçurumlarda düşüp kalmış.
Kimi de deryalarda boğulup telef olmuş.
Bu zorlu yolculuk sonunda Kaf Dağı’na yalnızca otuz kuş varabilmiş.
Sultanları Simurg’u günlerce aramış taramışlar, fakat bir türlü bulamamışlar.
Yok yok yok...
Oturup uzun uzun düşünmüş ve tartışmışlar.
Sonunda içlerinden gün görmüş o bilge kuş, bunda bir hikmet olduğunu hemen anlamış.
Sözcükteki gizemi çözüp diğer kuşlara işin sırrını açıklamış:
-Bakın demiş, Fars dilinde “Si” otuz, “Murg” ise kuş demektir. Bir araya getirin bakalım ne olur? Otuzkuş… Yani biz… Yani kendimiz!”
Otuzkuş o an anlamışlar ki, aradıkları SULTAN bizzat kendileridir.
Meğer gerçek yolculuk, kendi içlerine yapılan yolculukmuş…
***
AYAZ ATA
Noel Baba, Hıristiyan âlemininin yılbaşı figürü olarak ortaya atılmıştır.
Tamamen uydurmadır. Gerçekte yoktur.
Yalan olduğu biline biline çocuklar kandırılır.
Buna karşılık biz Türkler’in AYAZ ATA’sı vardır.
Orta Asya Türkleri yılbaşı olarak her 21 Aralık’ta “Nardugan Bayramı”nı kutlarlar.
Ayaz kelimesi ise tüm Türk coğrafyasında yakıcı soğuk anlamına gelir.
Tanrı’nın, soğuk havalara karşı Türkler’i koruması için AYAZ ATA’yı gönderdiğine inanılır.
Efsaneye göre, yalnızca kış günlerinin soğuklarında, şiddetli ayazın ortalığı kavurduğu dondurucu havalarda ortaya çıkar.
Aç, açık, fakir, kimsesiz gariplerle çocuklara yardım eden bir evliya olduğuna inanılır.
Etimolojik olarak Türk Kültürü’nde ermiş bir kişiliktir.
*
Temennim o ki,
Gelecek yıllarda Türk Milleti titreyip kendine dönsün. Noel değil “Nardugan Bayramı” kutlansın.
Yılbaşlarında evlerimizde, sokaklarımızda Noel Baba değil Ayaz Ata görülsün.
Hediyeleri Ayaz Ata getirip çocuklarımızı sevindirsin!
Hayat ağacı olduğuna inanılan Akçamlar süslensin!
Ve bizlerde birbirimizin yeni yılını,
“KÜN AYSIN ULU BUDUN...
KUT ALMIŞ KÜNLER TÜRK MİLLETİ’NİN OLSUN!”
Diyerek kutlayalım…
Dilerim…