Bilge yola çıkmış. Yıldızları rehber tutmuş, çölleri aşmış, varmış Mekke’ye. Kabe-i Muazzama’da tavafını etmiş. Hac görevini bitirmiş, Kabe’nin avlusundan çıkarken bir de ne görsün? Kabe’nin kapısında iblis! Kapıya yaslanmış, kolunda bileğinden dirseğine kadar at yularları. Bilge, Şeytanı tanıyıvermiş ve şaşırmış! Bu iblisin Kabe’nin kapısında ne işi var diye düşünmüş. Sonra İblis’e demiş ki: “Sen ne ararsın burada?”
Şeytanda dirseğine kadar sıra sıra yularları göstermiş. “Benimkiler içeride tavaf ederler, bitirmelerini beklerim. Sonra vurup yularları binip sırtlarına gideceğim” demiş. Bunun üzerine; Bilge şöyle bakmış iblise: “Ben de var mıyım o beklediklerinin arasında” demiş. 
İbliste ona bakmış, şöyle bi alaya alır gibi gülüvermiş. Sonra eğilmiş kulağına: “Sana yularsız da binerim.” demiş. 
Neyse gel zaman, git zaman.. Bilge memleketine dönmek için Mekke’den çıkmış. Yola koyulmuş yine. Çölleri, vahaları aşmış derken bir dere kenarına gelmiş. Hazret, sıvamış paçalarını, tam dereyi geçecek bir de bakmış ki derenin kenarında, bir ağacın altında gözleri ağma, ihtiyar, ak sakallı bir dede oturur. Varmış yanına, hâl hatır sormuş. İhtiyar, “gözlerim görmez oğul hacdan dönerim. Ben bu suyu geçemem” demiş. Bilge üzüntü duymuş, bu aksakallı aciz ihtiyara. Hemen almış onu sırtına ve dereye girmiş. Su biraz kabarmış. Bata çıka derenin karşısına geçerlerken tam ortasına gelmişler ki ihtiyar kulağına eğilivermiş, Bilgeye “Ben sana yularsız da binerim demedim mi?” demiş... 

Şeytan nerde? Şeytanı her yerde ara, tekkede ara, Mekke’de ara..  
Bana ulaşmaz diye de kibirlenme. Yularsız biniverirler işte böyle!
İstersen bilge, istersen kral ol. 

“Senin anlayacağın: Tekkenin de Mekke’nin de insanın içinde olduğunu bil” 
diyorlar da içimize hangi yoldan gideceğimizi bize açıklamıyorlar.