Akşam akşam cep telefonuma bir görüntü düştü. 

Bir kadın…  

Gözyaşları sel olmuş canhıraş haykırıyor. 

Baktım, İngilizce alt yazılı. 

Kızım Fatmanur’a Türkçeye çevirttim: 

“Durumumuzu mu soruyorsunuz? 

Sormanıza gerek yok. 

Televizyonlarınızı açın, rahat koltuklarınıza yaslanın, sinema seyreder gibi izleyin! 

Gazze yok ediliyor!  

Hem de canlı canlı... 

Siyonist köpeği bize “Hayvansınız” diyor.  

Robot Baydın… Aptal, aşağılık herif…  

Ekranların karşısına geçmiş Yahudi haklarından, insanlıktan söz ediyor. 

Bizi kaale bile almıyor! 

Netenyahu… Alçak ve zındık Netenyahu… 

Tüm dünyaya kafa tutarak çoluk çocuk demeden öldürüyor. 

Dünya kayıtsz, Gazze halkının yok edilişini izliyor. 

Sadece izliyor… 

Çoğu aileler topyekûn kütükten silindi. 

Hepsi şu an enkaz yığınlarının altında… 

Televizyonları açın ve izleyin! 

Sadece izlemekle yetinin! 

Sadece bakın! 

Hiçbir şey yapmadan zalimleri sadece kınayın! 

Nerede o yöneticiler, nerede o lider geçinenler? 

Sizden kınama, yürüyüş istemiyoruz… 

Ürdün Kralı diyor ki, “Cuma günü yürüyüş yapacağız.” 

Hayır… Bizim için yürüyüş yapmayın! 

Siz gidin günahkâr ruhlarınız için yürüyüş yapın! 

Mısır lideri bize yardım için ateşkesi beklermiş. 

Kime yardım gönderecek… Kime? 

Taşlara mı..? 

Enkaz olmuş Gazze’ye mi? 

Yıkıntılar altında paramparça olmuş insancıklara mı? 

Toplu mezarlara mı? 

Kime gönderecek… Kime? 

Ey Gazze! Mazlum Gazze!

Sadece Allah’ımız var bizim! 

Sadece Allah’a sığınıyor ve şahadet bekliyoruz! 

Eşhedüenlâilaheillallah ve eşhedüenne Muhammedenrasulullah! 

Allah bize yeter ! 

O en güzel vekildir! 

Bizi satanlardan, bize ihanet edenlerden ve İsrail ile ortaklık kuranlardan, 

Ey Rabbim intikam al! 

Ey Rabbim! Onlara hakkımızı helal etmiyoruz! 

Ey İsrail seni destekleyenlere, senden nemalananlara, kanlarımız üzerinde dans edenlere, 

Hakkımızı helal etmiyoruz. 

Allah bize yeter! 

O en güzel vekildir!” 

Bu çığlık Gazze’den…  

Ahı gökleri tutan, gözyaşları sel olmuş Doktor Esma Hanım’ın yürek burkan yakarışı…

Sonrası mı.? Çok sürmedi. 

Canlı yayında, hem de bütün dünyanın gözleri önünde bir İsrail füzesi patladı.

Bu çığlık da, Dr. Esma Hanım da, can kurtarmak için çırpındığı hastanenin enkazına gömülüp gitti.  

O sıra ofiste, açlığımı bastırsın diye bir şeyler atıştırıyordum. 

Bu görüntüyle yediğim yemek haram bir lokma gibi boğazıma takılıp kaldı. 

Uzun süre ne yutabildim, ne kusabildim. 

İnsanlığın iflas ettiği bu zulüm karşında inandığım tüm kutsallara ihanet etmiş hissine kapıldım.  

Yemekten de kendimden de utandım. 

Bu ürkütücü gerçeğin tesirinde, dilsiz bir suskunlukla öylece kalakaldım.  

İçimdeki isyan fırtınası kabardı da kabardı…  

Daralan yüreğimi boşaltmak ihtiyacıyla pencereye yöneldiğim sırada Osman Mandacı girdi içeri. 

Yeniden Refah Partisi İl Başkanı Osman Mandacı… 

Gözleri ıslak, kızarık kızarıktı. İçinde esen duygu fırtınaları yüzüne vurmuş, kâbuslu bir rüyadan uyanmış gibiydi.  

Anlamıştım; dert aynı dertti.  

Bakışlarındaki öfke ve hüznün sebebini bilmeme rağmen yine de sordum: 

-Hayrola Osman Bey, seni bir hayli sıkıntılı gördüm. 

-Sorma Vali bey dedi, dört yanım duvar, günlerdir yere göğe sığamıyorum; yüreğimdeki iniltiyi, beynimdeki uğultuyu dindiremedim bir türlü. 

Bir süre sustu, derin derin iç geçirdi. Tüm mazlumların mukadderatı bir çeki demiri olup yalnız kendi boynuna asılmış gibi başı yere düştü. Düşünceli düşünceli dudaklarını ısırarak, 

-Bu böyle olmayacak, dedi, Gazze’ye gidip savaşmaya karar verdim.  

Hayret ve merakla gözlerine baktım.  

-Bak Osman Bey, dedim, bu acıklı durum karşısında hepimiz aynı duyguları, hem de yoğun şekilde yaşıyoruz. İstersen biraz mantıklı ve soğukkanlı olalım, derim. Senin benim oraya gitmem neyi değiştirir ki? 

Yüzüme baktı. Bakışları ateş almaya hazır bir tüfeğin namlusu gibi öfke saçıyordu. 

-Olsun dedi, burada bir şey yapamamaktan her gün ölüyorum. Hiç olmazsa orada bir kere ölürüm. 

-Osman Bey, anladığım o ki, karar vermişe benziyorsun. 

-Hamas yetkilisine bir şekilde ulaştım, diye devem etti. Gazze’ye varmak için yol göstermelerini, o tünellerde mücahitlerle birlikte savaşmak isteğimi ilettim. Durumu değerlendirip bana döneceklerini söylediler. Bu arada eşim ve çocuklarımla da konuştum; helâlleşip rızalarını aldım. Oğlum Sefa, “Ben de geleceğim baba” diye tutturdu. Olmaz dedim, burada işlere, aileye birimizin bakması gerek. Olumlu bir cevap alır almaz gidebilirim, diyerek veda edip ayrıldı. 

Arkasından baktım da...

Osman Bey yerden göğe kadar haklıydı! 

Bu Gazze olayı ve İsrail’in soykırıma varan toplu cinayetleri hepimizin kimyasını bozdu, soğukkanlı düşünemez hale getirdi. 

Düşündüm de...

Üzerimizde öylesine büyük bir sorumluluk var ki… 

Dün olduğu kadar bugün de...

Gönül coğrafyamızın ve tüm mazlum milletlerin Siyonizm ve emperyalizm canavarına karşı korunması ve kurtuluşu Türk Milleti'nin güçlü, iri ve diri olmasına bağlı.

Unutmayalım!