Geçtiğimiz cuma 10 kasımda yine yeniden özlemle andık atamızı. Onu kaybettiğimiz tam 85 yıl olmuş. Kasım ayı da, kasımpatı çiçekleri de bana hep hüznü çağrıştırır. İlkokul sıralarında on kasımlarda, okulun toplantı salonunda Atatürk büstünün çevresi, öğrencilerin bahçelerinden toplayıp getirdikleri sarı, mor, beyaz renkli kasımpatı çiçekleriyle bezenir, saygı duruşu sırasında öğretmenlerin çoğuyla birlikte bizde ağlardık. Sonraları on kasımlarda yas tutmak yerine, Ata’nın kişiliğinin tanıtılması, yaptıklarının anlatılması gerekliliği benimsendi. Ama ben, beş yıllık ilkokul tahsilimde, her on kasımda, kasımpatıların o garip kokularının eşliğinde, o tanıdık hüznü hep yaşadım. Doğrusunu söylemek gerekirse, önderimizin ölüm yıl dönümlerinde yine onu kaybetmenin iç acısını hep duyumsamışımdır. Doğru olanın da bu olduğunu düşünüyorum Çünkü O, yeri kesinlikle doldurulmayacak bir lider, bir önderdi. Ne yazık ki ölümü gerçekten erken oldu.
Ata’yı bana öylesine çok sevdirdiler ki; öncelikle evde, düşünün bir çocuk ilkokul çağında bile değil, O’nu ilk kez duvarda asılı, pek çok değişik ebatta yağlıboya resimlerinden tanıyor. Evet, rahmetli babam portre ressamıydı. Ata’nın fotoğraflarını gerçeğine uygun resmettiğini hep anlatır, bununla gurur duyar; O’nu kötü, sırf ticari amaçla resmedenlere de müthiş hırslanırdı. Mustafa Kemal’in isminin geçmediği gün yoktu evimizde. Ben henüz dört beş yaşlarındayken, geceleri yatağıma yattığımda, tam karşımda asılı, bir elinde sigarası, gülen yüzlü bir tablosundan O’nunla, Atatürk’le konuşur, günlük yaşadıklarımı paylaşırdım. Hatta bazı yaramazlıklarımla ilgili günah çıkarıp, “beni affet Atatürk’üm” diye çoklukla ağladığımı ve bu alışkanlığımı da uzun yıllar sürdürdüğümü anımsarım. Bir süre sonra, bu ikili sohbetlerime babamın iyi, dürüst bir insan olduğunu söylediği, yine Ata’nın resminin yanında asılı Neyzen Tevfik’i de ortak etmiştim ama benim asıl favorim hep Mustafa Kemal’in o güzel gülen yüzüydü.
Mustafa Kemal’in hayvan sevgisi, yaşadığı her dönemde, yakınlarında hem kedi hem de köpeklerin varlığının bilinmesiyle vurgulanan bir gerçek olmuş. Kedilerle de arası iyiymiş ama özellikle köpeklere düşkünmüş. Çok sevdiği köpeği Foks’un kendisinden habersiz, onayı alınmadan uyutulup, daha sonra da içi doldurulup her zaman görebileceği bir yere konulmasından, üzüntü ve rahatsızlık duyup oradan derhal kaldırılması emrini vermişti..
Daha o yıllarda hayvan haklarıyla ilgili bir yasa hazırlanması emrini vererek hem ileri görüşlü devlet adamlığını ispatlamış hem de tüm canlıların yaşam haklarına duyduğu saygıyı bu hassasiyetiyle de bir güzel göstermiş.
Mustafa Kemal Atatürk her zaman pozitif bilimden yana olmuş, bu tavrını da yaşadığı sürece birçok vesilelerle davranış, eylem ve sözleriyle ortaya koymuş. İşte, o dönemin milli eğitim bakanı Dr. Reşit Galip’ in bir sorusuna verdiği yanıt: ‘Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır… Zaman süratle ilerliyor, milletlerin toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada , asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkar etmek olur… Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar’..
O’na olan bağlılığımızı, sevgimizi sadece belli günlerde Anıtkabir’e koşmakla değil, akıl ve ilmin rehberliğini kabul etmekle ve bu yolda ödün vermeyecek olan iktidarları iş başına getirmekle sağlayabilir, ancak o zaman, eşi enderi bulunmaz o özel insana, tüm dünyanın gıpta ettiği lidere layık olabiliriz düşüncesindeyim.