“İnsan zekası tabiatın içinde değil, tabiatın yanında ayrı bir kuvvettir.” A. Haşim
İnsan sıkıcı şehir hayatından kurtulmak isteyince ne yapacağını bilemediği için
kendini doğanın kolların da bulur. O kollarda bir sevgili gibi onu kucaklar. Helede
İlkbahar aylarıysa.. kendini hapishaneden çıkan mahkum gibi hisseder.
Eskiden Tabiat derdik. Şimdi adı Doğa oldu.
Tabiatın anlamı ise, kendi kaidelerine göre devamlı gelişen, değişen canlı demekmiş.
Öğrenmenin yaşı yok derler. Ne güzel tarif etmişler. Tabiat iyiki bize benzememiş!
Devamlı değişen bi canlı. Oysa biz insanlar gelişmeyi ve değişmeyi kolay kolay
kabul etmeyiz.
Bizim toplumumuz gelişmek yerine Osmanlı dönemini arzuluyor. Bazıları ise 14 asır
önceki hayatı yaşamak istiyor. Değişmeyi ise örf ve geleneklerden kopmak olarak
anlıyor ve kabullenmiyor. Neymiş efendim. Bir gecede harf devrimi ile atalarımızdan
koptuk diyorlar. Senin ataların 1300 yıl önce Türkçe konuşup Türkçe yazıyordu.
Osmanlı Sarayındaki yazışmalar Arapça ve Farsça idi. Konuşma dili ise Türkçe idi.
Hayata tutunabilmek istiyorsan ve hiç bir şey bilmesen de tabiata bi bak! O devamlı
canlı ve değişme ve gelişme içindedir. Gelişmeyi kabul etmeyen toplumlar sömürge
olmaya mahkumdurlar.