Olaylar ve gündem öylesine hızlı, öylesine hızlı akıyor ki… 
İnsan bazen neyi, hangi konuyu yazması gerektiğini şaşırıyor. 
Asırlık düşmanlar, kan emici küresel vampirler nice şeytanî oyunlar peşinde, bizim de içinde bulunduğumuz Ortadoğu’yu fokur fokur kaynatıyorlar. 
İnsan, “Allah devletimize, milletimize güç kuvvet, birlik dirlik; ülkeyi yönetenlere de akıl fikir, feraset, dirayet versin” demekten kendini alamıyor. 

İçerde ise yerel seçimler… 
Geldi kapıya dayandı. 
Genel seçim nasıl ülke kaderiyle ilgili ise… 
Yerel seçim de kente kader biçmektir.  

En önce şunu belirtmek gerekir ki; 
Hangisi kademede olursa olsun bir yönetimin çok uzun süre görevde kalması statükoyu, çıkarcılığı, güç zehirlenmesi ve görev körlüğünü getirir. 
O yüzden makul bir süre sonunda yeni bir kan, yeni bir heyecan, yeni bir ruhun gelebilmesi için değişim şarttır. 
Bu yönetim biliminin en basit kuralıdır. 

Bir gerçek de şu ki genel seçimlerde sonucu belirleyen ana unsur partidir 
Yerel seçimlerde ise partiden ziyade adayın kimliği ve kişiliği sonucu belirler. O yüzden adaylarda, “Parti Aidiyeti”nden ziyade “Ehliyet ve Liyakat Sahibi” kimseleri bulup halkın karşısına çıkarmak siyaset kurumuna düşen en önemli görevdir. 

Elbette ehliyet ve liyakat kavramları görecelidir.  
Kişiye, partiye ve zamana göre değişir.  
Sonuç olarak, herkesin kendini ehliyet ve liyakat sahibi görmesi de tabiidir.  

Burada önemli olan, “Ehliyet ve Liyakat”dan ne anladığımızdır.  
Bu yazıda isim belirtmek hem itici, hem de yanıltıcı olur. 
Kanaatimce isme değil resme, yani adaylarda bulunması gereken vasıflara, özelliklere bakmak en doğrusudur. 
Eğitim ve ihtisasıma dayanarak kendimce bir fikir cimnastiği yapayım istedim. 
Umarım faydalı olur. 

Sizi bilmem ama, işte benim adaylarda aradığım vasıflar: 
-O aday ki, şehrini, ülkesini ve dünyayı tanımalıdır. O kenti “MARKA ŞEHİR” yapabilecek kültür, bilgi, birikim, tecrübe ve uzak görüşlülüğe sahip olmalıdır.   
Zira bilgi ve tecrübe parayla satın alınabilen bir nesne değildir. Bu vasıflardan yoksun yöneticiler, “Tanımadığı hastalarına tesirini bilmediği ilaçları yazan acemi doktora” benzerler. İyi edeyim derken hastayı daha da hasta yaparlar. 
-Kent, yaşayan canlı bir organizmadır. O yüzden her kentin kendine özgü bir dili, bir ruhu vardır.  
Kenti yönetecek kişi o kent insanının bilinçaltını, ruhunu ve dilini iyi bilmelidir.  
Değilse, halk onu, o da halkı anlayamaz. Süreç bir “Sağırlar Diyalogu” halinde sürer gider. 
- Gücün şehvetine kapılmayan, bürokrat tafrası kuşanmamış, burnu halkın omzundan yukarı çıkmamış, kibirden uzak, alçak gönüllü olmalıdır. 
 Kapısı ve gönlü her daim halka açık, 7/24 kendisine ulaşılabilen dikkatli, nezaketli; hayretini, gayretini kaybetmeyen biri olmalıdır. 
İhtirası kişisel değil, o kent insanına hizmet için olmalıdır. 
-Sporsever ve sanatsever olmalıdır. 
-Şayet geçmişte bir görev ifa etmiş ise,o görev sırasındaki tutum, davranış ve uygulamaları ve de yaptığı hizmetlerle o şehir halkının takdirini ve müşterek sevgisini kazanabilmiş biri olmalıdır. 
-Tek adamlığın kör bencilliğinden ve keyfiliğinden uzak biri olmalıdır. Kentle ilgili hedef ve planlarını, o kent insanının müşterek sevgisi ve ortak aklıyla yapmalıdır.  
- İç sıcaklığını kaybetmemiş,  halkın acılarına duyarlı, çirkini ve kötüyü dahi düşmanlaştırmadan dönüştürebilmenin dilini ve sırrını bilen, en acı sözü bile acıtmadan söyleyebilen biri olmalıdır. 
Bütün bu vasıflarıyla kente ÂMİRLİK değil ABİLİK yapabilecek karakterde olmalıdır. 
-Çağlar öncesinden Bizim Yunus gibi, 
“Biz gelmedik davi için 
Biz gelmişiz sevi için 
Gönüller yıkmaya değil 
Gönüller yapmaya geldik” diyebilmelidir. 
-“Komşusu açken kendisi tok yatanlardan” olmamalıdır.  
Kimsesizlerin kimsesi, çaresizlerin çaresi, “Kötülüğe kilit, iyiliğe anahtar” olabilmelidir.  
O kentte, bir hastanın iniltisi, bir dulun çaresiz gözyaşı, bir yetimin feryadı kaldığı müddetçe kendisine rahat uykuyu haram etmelidir. 

Bilinmelidir ki,  halk tarafından kendine tevdi edilen bir makam değil, bir görev emaneti, bir namustur.