Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba! 
Aslında bu arayı bile bile uzattım.  
Neden mi? 
Birincisi, boyumdan büyük bir işe soyundum. 
 “Biyografik Roman” olarak düşündüğüm dördüncü kitabıma yoğunlaşmak zorunda kaldım. 
 İkincisi sebep de kendimi unutturmak istedim; fakat Hakkı Müdüre bir türlü unutturamadım. 
Sebep yazı yazmayı sevmediğimden değil. 
Köşe yazısı yazmak kitap yazmaktan daha zormuş da ondan.  
Aslında, “Gazete büyük fikir az; uydur uydur yaz” yaparsan sorun yok. 
Açarsan interneti AB, ABD, NATO, RUSYA-UKRAYNYA, SURİYE, IRAK v.s. konularında tonlarca yazı bulursun.  
Kopyala yapıştır, sonra da at altına imzanı, al sana nur topu gibi bir köşe yazısı. 
Bu ise, herkesin çiğnediği çürük sakızı bir daha çiğnemek gibi bir şey. 
Hadi biz çiğnedik de, okuyucu niye çiğnesin ki? 

Bir de yandaşlık ya da candaşlık meselesi var. 
Eh böyle olunca da ne yazacağın üç aşağı beş yukarı önceden belli. 
Sahibinin ıslığıyla yürüyüp, yine sahibinin ıslığıyla duran sütçü beygiri gibi olacaksın. 
Ya övecek, ya söveceksin.  
Böylesine yazmaktansa yazmamak daha iyi değil mi? 

Halbuki YAZMAK, yanlışa direnmek, gerçeğe sevdalı olmaktır. 
Gelecek güzellikleri bugünden yeşertmektir.  
Yaratma özgürlüğünü kullanarak hayata ve geleceğe ışık tutmaktır.  
Silâhı namusu bilen asker gibi, kalemi namusu bilmektir.  
Böyle bir yazar olabilmek ise her aklın, her zekânın dokuyacağı bir kumaş değildir. 
Bakın elin adamı ne güzel demiş: 
“Birşey biliyorsan yaz… 
İbret alsınlar! 
Bilmiyorsan sus… 
Adam sansınlar!” 

Bana gelince; çok iddialı değilim. 
Derim ki, 
Yazacaklarım dile davlumbaz olmuş teneke… 
Asıl siz ne anlıyorsanız, 
O şan olsun memlekete… 

FUTBOLA KÜSÜM 
Yanlış anlamayın, beni tanıyan herkes bilir. 
Genelde sporu, özelde futbolu çok ama çok severim. 
Severim, çünkü futbol ayağın başa, halkın zulme başkaldırısını anımsatır bana. 
Dümdüz bir hoyratlık değildir. Kolektiftir; sevinci ve üzüntüsüyle diğer sporlardan çok daha yakındır topluma. Temposu, ritmi, hırsı, rekabeti, omuzlaşması ve coşkusuyla hayatın ta kendisidir.  
Mensubu olduğu kentin renklerini kuşanmış, inişli çıkışlı bir melodi gibidir. 

Ama böylesine sevdiğim futbola gönlüm çoktandır küs. 
İlk sebep Millî Takım… 
Eskiden olsa kupa maçlarını hiç kaçırmaz, iple çekerdim. 
Şimdi dünya kupası oynanıyor, dönüp bakmıyorum bile… 
Adı duyulmamış, haritalarda yeri bilinmeyen uyduruk ülke takımları şakır şakır maç yapıyorlar. 
Benim ülkemin, koskocaman Türkiye’min takımı yok, yok, yok… 
 Bu da benim kanıma dokunuyor. 
Şu federasyona, bu yönetimlere, bu kulüplere, bu sisteme bakınca… 
“Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz” diyenler meğer ne kadar da haklıymış! 
Bu “Futbol Simsarları” ki,  
İçi kof kibirleri, yapay azametleri ve sınırsız küstahlıklarıyla böylesi izzetinefisli bir sporu rant kapısına çevirdiler. 
Kulüp takımlarının şu haline bakın... 
Bunlara Türk takımı demek için bin şahit lâzım! 
Onbir kişi içinde ilaç niyetine iki üç Türk futbolcu ya görürsünüz, ya görmezsiniz. 
İyi de, bunca yabancı oynattıklarına göre yurt dışında bir nebzecik başarıları olsa içim yanmaz. 
Tek hünerleri, bu fukara milletin dişinden tırnağından artırdığı milyonlarca dövizi yabancılara pompalamak. 
Eyy…Her konuda “Yerli” “Millî” diye yırtınanan beyler… 
Yahu belli oldu; bunların Avrupa ve dünya kupalarında bir halt edeceği yok. 
Kendimiz çalıp kendimiz oynar hale geldik. 
Öyleyse yasaklayın şu yabancı oynatmayı kardeşim! 
Hatta tek bir yabancı dahi oynatılmasın. 
Bunlara harcanan milyonlar alt yapıya, kendi çocuklarımıza harcansın.  
Harcansın ki, görün bu memleketten ne cevherler, ne yetenekler çıkar! 
Boşa dememişler “Çılgın Türk” diye…  
Adam gibi bir alt yapı sistemi getirin de görün! 

İkinci sebep ESKİŞEHİRSPOR… 
Kanı durdurulamayan bir yürek yarası içimde… 
Adı duyulmadık, yeri bilinmedik kasaba takımlarıyla maç yapar haldeyiz.  
Bir iki kez seyredeyim dedim içim kaldırmadı. 
O takımlar, topa değil de sanki kafama kafama tekme atıyorlar. 
 “Anadolu Yıldızı” ve “Futbolun Kuvay-ı Milliyesi” olan bu takımı bu hallerde görmek… 
Ne acı… 
“SİYAH- KIRMIZI, ANADOLU YILDIZI”, “ES ES Kİ Kİ, ESKİ ESKİ ES…” diye yıllarca hançerelerimizden çıkıp Eskişehir semalarını inleten o sesler, o renkler anılarda kaldı. 
Sebep olanlar mı? 
Allah bildiği gibi yapsın!