Hafta içinde CHP genel merkezi tarafından düzenlenen “Bilim ve Demokrasi Işığında Yükseköğretimi Yeniden Düşünmek” konulu eğitim zirvesi gerçekleştirildi.
Siyasetin gündeminin çok hareketli olduğu bir dönemde ülkemizin geleceğini ilgilendiren ve sorunlu alanlarından biri olan yükseköğretim konusunun kapsamlı bir şekilde ele alınması çok anlamlı oldu.
Toplantının başlığında üniversitelerin var oluş nedeni olan ‘bilim’ temasına vurgu yapılması çok önemliydi. 
Diğer yandan üniversitelerin kuruluş felsefesi olan “Bilimsel özerklik” konusu ülkemizde çok uzun süreden beri askıya alındığı için ‘demokrasi’ kavramı etrafında tartışmaların yürütülmesi de yerinde bir tercihti.

Toplantının açılışında konuşan CHP Genel Başkanı Özgür Özel parti programında yer aldığı şekilde Yükseköğretim Kurulu (YÖK)’ü kaldıracaklarını anlatarak üniversitelerin sorunlarına yönelik partisinin çözüm önerilerini paylaştı.
Bu bağlamda rektör atama yöntemine yönelik itirazlarını dile getirerek, üniversitelerde katılımcı yönetimin yaşama geçirilmesi için gerekli düzenlemeleri yapacaklarını anlattı.
Yılmaz Büyükerşen’in Anadolu Üniversitesi’nin kurucu rektörü olarak yaptığı konuşmada ise manşet olarak öne çıkan başlık ülkemizde yaşanan olaylar karşısında “Üniversitelerin ses tellerinin kesildiğini” söylemesiydi.
1980 askeri darbesi sonrası kurulan YÖK ile birlikte ‘özerk ve demokratik yapılarından’ zaman içinde koparılan üniversiteler artık ne yazık ki hiçbir konuda görüş veremez hale geldiler.
Cumhurbaşkanı tarafından atanan üniversite rektörleri iktidar partisinin önceki dönem milletvekilleri ya da yöneticilerinden belirleniyor.
Üniversiteler ne yazık ki tamamen siyasetin emrine girmiş durumdalar.
YÖK, antidemokratik bir anlayışla üniversiteler üzerindeki merkeziyetçi uygulamalarını sürdürüyor.
Aynı zamanda üniversiteleri yoğun bir ‘ideolojik baskı altında’ tutuyor.
Diğer yandan YÖK, üniversitelerin araştırma kapasitesini geliştirmek, teşvik etmek yerine liyakati gözetmeyen atamaların yapılmasını sağlayarak bilimsel üretime de engel oluyor.
Bu kapsamda “Kişiye özel kadro ilanları” da gözden kaçmıyor.

Ocak 2024 rakamlarına göre ülkemizde 131’i devlet, 78’i vakıf üniversitesi olmak üzere 209 üniversite bulunuyor.
Yıllar içinde üniversite ve öğrenci sayısı artarken yeterli öğretim elemanı yetiştirilmediği için öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısında büyük bir artış yaşanıyor.
Sürecin devamında ‘eğitimin niteliğinin düşmesi’ ise kaçınılmaz olumsuz bir durum olarak ortada.
Diğer yandan üniversitelerde öğretim elemanlarının iş yükünün artması nedeniyle ‘araştırma’ yapılamıyor.
Yayın sayısı çok az.
Bu konudaki rakamlar gerçekten de çok düşündürücü.
200’ün üzerindeki üniversiteden 2’sinde bugüne dek herhangi bir ‘yayın’ yapılmamış, 7’sinde de hiçbir ‘araştırma projesi’ yapılmamış.

İktidarın “Her ile bir üniversite projesi” bulunduğu yöreye ekonomik hareketlilik getirmesi dışında çok önemli bir yarar sağlamamış görünüyor.
Yıllar içinde öğrenci sayısı artıyor.
Üniversite mezunu işsizlerin sayısı da doğal olarak çığ gibi büyüyor.
Üniversitede okuyan milyonlarca genç umutsuz ve mutsuz.
Gelecek hayali kuramıyor.

Yükseköğretim sisteminde sorunlar çok boyutlu biçimde artmaya devam ediyor.
Üniversiteler bu haliyle ülkemizin geleceğine hizmet edemez durumdalar.
Gelinen noktada çağın gerisinde kalan ‘baskıcı yönetim anlayışı’ terk edilerek üniversite yönetimlerinde “Paradigma değişikliğine” gidilmeli.
Z kuşağının beklentileri iyi anlaşılmalı,
Üniversitelerde her kademede ‘katılımcı yönetim anlayışı’ yaşama geçirilerek 
Bilimsel özerklik ve demokrasinin işlevsel kılındığı bir sistem kurulmalı.