30 Temmu2024'de TBMM Genel Kurulu'ndaki oylamada kabul edilerek yasalaşan 17 maddelik 160 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Resmi Gazete'de yayımlanarak 2 Ağustos'tan itibaren yürürlüğe girmiş oldu. Uygulamayı kolaylaştıracak yönetmelik de geçtiğimiz Cuma günü çıkarıldı. Can korumacıların ufacık umut filizlerini yerle bir eden yönetmelik maddeleri hayvanların yok edilmesine imkan verecek şekliyle adeta bir soykırım manifestosu haline getirilmiş ne yazık ki. Bu şekliyle “sokaklarda, barınaklarda hayvan bırakılmasın” denilmiş belli ki. Sahiplenmelere zorluklar getirilmiş, “yasaklı ırk” adı verilen canlar ise tamamiyle kara listeye alınmış. Söylenecek söz çok ama ben sözü asıl mağdurlara yani masum hayvancıklarımıza bırakıyorum bakalım onlar ne diyor:
“Koskocaman bir cami avlusu ve görkemli bir cami. Bir uğultu, bir kıyamet, belli ki cenaze kaldırılacak. Ama bir gariplik var törene katılanlarda, çıkan seslerde. Musalla taşındaki tabutlar da çok farklı, büyüklü küçüklü sayıları çok fazla, hepsinin de kapakları yarı aralık. Sanki mahşer yeri; seslerin farklılığı, yüksekliği, kulakları sağır, vicdanları delik deşik eder derecede belirgin. Cami avlusundaki ulu çınar ağacının dallarındaki yapraklar, şiddetli bir rüzgar almışçasına titremekte. Kuşlar; güvercinler, kumrular, serçeler çok alçaktan uçmakta, kanat sesleri korkutucu düzeyde.
Bu karmaşa uzunca bir süre devam ediyor. Arşa kadar yükselen seslerin içinde kedi miyavlamaları, köpek havlamaları, yırtıcı kuş çığlıkları, çatal boynuzlu geyiklerin böğürmeleri, annelerinden ayrılmış süt kuzularının sesleri birbirine karışıyor.
Sonra her şey bir anda bıçakla kesilmişçesine duruyor çünkü bir ses yükseliyor çok yükseklerden. İmam değil bu kez o sesin sahibi görünmüyor, kimdir belli değil, ama söyledikleri çok net duyuluyor. Avludaki kalabalığa, “musalla taşında yatan masumlara hakkınızı helal ediyor musunuz” diyor. Kalabalık hep bir ağızdan, koro halinde yanıt veriyor, “helal olsun” diyor.
Ama bu cenaze töreninde, bugüne dek hiç yaşanmamış bir farklılık yaşanıyor. Tabutların başında nöbet tutan, bir gözü kör, arka ayaklarından birisi olmayan, iri mi iri, belli ki bir zamanlar sürü bekçiliği yapmış, kocamış bir köpek birden sesleniyor. Başını yukarılara kaldırıp, ulurcasına, “biz elbette onlara haklarımızı helal ettik ancak, kendi cinsimiz ya da farklı cinsteki, adlarına HAYVAN dedikleriniz, şimdi şu tabutlarda yatan canların hiç birisi, türlü işkencelerle ölümlerine neden olan insan cinsine, yok edilmeleri için meclis kürsülerinde oy verenlere asla haklarını helal etmeyecekler, bu böyle biline!” diyor.
Bu konuşmanın ardından, tabutların yarı açık kapaklarını gidip tek tek kaldırıyor.
Görüntüler acıklı, tüyler ürpertici; ağızlarından kan gelmiş, saçmayla vurulmuş sözde koruma altındaki çeşitli yaban hayvanları, kolları, bacakları kesilmiş kediler, köpekler. Gözleri oyulmuş, ne oldukları anlaşılmaz hale gelmiş canlar. Ağızlarında annelerinin memelerinin ılıklığı, süt kokusu kalmış kuzular, kocaman çatal boynuzların bir kısmı kırılmış geyikler, güzel gözlü karacalar, göklerin fatihi, kanlar içinde kartallar, şahinler, sayısız yavru kediler, köpekler…
Ölü canların hepsinin de gözlerinde hayret ifadesi; “neden dost bildiğimiz, bir zamanlar bizleri besleyen insan elleri bizi böyle katletti” sorusu!
Tabutların başındaki nöbetçi kocamış köpeğin bu farklı isyanı, bir anda cami avlusunu terke hazırlanan kalabalıkta inanılmaz bir öfke dalgasına yol açıyor. Her cinsten, her yaştaki hayvan tek ses olup, “haklarımızı insanoğluna asla helal etmiyoruz” diye bağırıyor..
Ve bu eşi benzeri görülmemiş veda töreni bu şekilde sona eriyor.
Evet, dünyayı ortak kullanmamız gereken hayvan cinsine reva gördüklerimizin, ne onlar ne de Yaradan tarafından affedileceğini zannetmiyorum! Bu alemde, işte tam da bu nedenle bizler huzur yüzü göremeyeceğiz. Bu benim kehanetim değil. Düşünen insan, duyarlı olan her yürek aynısını söyleyecektir.