Ağustos 1996... 
Rum-Yunan Ortodoks kiliseleri, her zaman olduğu gibi yeni bir tertip peşine düşmüştür.  
Yunanlı ve Rumlara ilaveten Avrupa’da ne kadar Türk düşmanı yarı serseri motosikletli varsa toplamışlardır. 
Plan gereği Almanya'dan yola çıkarlar. 
Amaç, Güney Kıbrıs üzerinden sınırı delip, Türk topraklarına girmek ve sınırda dalgalanmakta olan Türk bayrağını indirip yerine Rum bayrağı çekmektir. 
O sıralar Kıbrıs’taki Türk Barış Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Hasan Kundakçı’dır. 
Meşhur adıyla, “Tamburalı Paşa…” 

ABD Büyükelçisi de bu işin içindedir ve boş durmaz… 
İki günde bir Hasan Paşa’ya gelir.  
-Bir gurup motosikletli sınırınızı geçip bayrak direğine bir bez parçası asacaklar. Bu bir sivil inisiyatiftir, sakın ciddiye almayın. Bundan bir şey çıkmaz, der. 
Hasan Paşa sertçe: 
- Sayın büyükelçi der, KKTC’nin Cumhurbaşkanı ben değilim, Rauf Denktaş Bey’dir. Gidin ondan izin alın! 
-Olmaz, der büyükelçi, o zaman KKTC'yi tanımış oluruz.
Hasan Paşa dayanamaz, masaya yumruğu vurur:
- Sayın büyükelçi, bayrak bizde bir bez parçası değil, namustur. Varın söyleyin o serseri güruha…  Sakın sabrımızı zorlamasınlar!  Bayrağımızı indirmeye yeltenen her kim olursa tereddütsüz kurşunlarım! Şayet biri sınırımızı geçer de o mübarek Bayrağı indirirse asla Türkiye'ye dönmem; tabancayı çeker kafama sıkarım! Çünkü ben şerefli bir Türk Askeriyim! 
*
Bu kati cevabı alan büyükelçi kös kös geri döner ve Rum tarafına durumu anlatır. 
 O serseri güruhtan çoğu işin ciddiyetini anlar ve anında vazgeçer.  
Ortada sadece 35 - 40 fanatik Rum ve Yunanlı kalmıştır.
İçlerinden Solomon Solomu  adlı Rum hududumuzu geçip direğe tırmanmaya başlar. 
Tırmanıp Bayrağımızı indirecek ve yerine Rum paçavrasını asacaktır. 

Hasan Paşa saniye tereddüt etmeden emri verir: 
-Vurun şu alçağı! 
 Mehmetçik, Rumun daha  eli Bayrağımıza dokunamadan tek kurşunla yere indirir.  
Bu fanatiklere yol gösterip destek veren iki İngiliz askerini de, ders olsun diye kıçlarından vurdurur. 
*
Olaydan on dakika sonra… 
Kundakçı Paşa odasında kahvesini içerken BM Barış Gücü Komutanı ve Kurmay Başkanı İngiliz Albay gelir.
- Sayın General, çok kötü yaptınız, der. Bayrak direğine çıkan kişi öldü, iki İngiliz askeri de yaralı.Bu olmamalıydı.
Hasan Paşa azarlayıcı bir sesle:
- Sizi defalarca uyardım, der. Bu işe engel olabilecekken olmadığınız gibi iki askeriniz de o Rumun direğe tırmanmasına önayak oldu.
İngiliz Albay küstah bir tavırla:
- Askerlerimiz ölebilirdi Generalim, der. 
İngiliz albayın küstah tavrına karşı Kundakçı Paşa odadaki havalı tabancayı alır:
- Yan taraftaki hedefi yenileyin! diye emir verir. 
İngiliz Albay’ın şaşkın bakışları arasında hedef yenilenir: 
Paşa, 25 metreden 5 el ateş eder.
- Oku puanları, der İngiliz albaya.
İngiliz puanları okur; 50 üzerinden 5 kurşunda 49 isabet görür.  
Biraz önce küstahça konuşan İngiliz Albay şaşırır. 
Hasan Paşa gülerek:
- Şimdi anladınız mı? der.  Türk Bayrağını indirmeye cüret eden o Rum’u şah damarından vurduk; çünkü hak etti. İki askerinize gelince… Ders olsun diye sadece kıçlarından kurşunladık. İsteseydik her ikisini de öldürürdük…

 Evet bu yiğit asker herkesin “Tamburalı Paşa” diye bildiği Korgeneral Hasan Kundakçı’dır. 
 O benim hemşerimdi. 
 Gözlerinde her daim vatan, millet, bayrak sevgisiyle çırpınan hassas bir kalbin kanat vuruşları görülürdü. 
Afyon’un mümbit topraklarından Türk Ordusu’na katılmış, milletimizi ebediyete ulaştırma cehdinde, kıvılcım huylu, öncü soylu dedikleri cinsten bir komutandı. 
Efevarî duruşunda özgüvenini yansıtan haysiyetli bir zeybek edası hemen belli olurdu.   
Yakından tanıyanlar onun için, “Korku bile ondan korkar” dedikleri bir vatan evladıydı. 
Bir ABD'li generalin: 
 "Ben onunla aynı tatbikata asla katılmam. O kimseyi dinlemez, bakarsın bizim de kafamıza sıkar" dediği yürekli bir askerdi. 
Bir sohbetimizde hiç unutmadığım bir sözü ki, hâlâ kulaklarımda çınlar: “Geceye ve dağlara hükmedemiyenler terörü yenemez Vali bey!” 
Gerçekten de o: 
Kan, barut kokan, ölümün kol gezdiği karanlık gecelere de,  
Başı duman duman karlı dağlara da hükmetmesini bilmiş, terörün de, teröristlerin de belini kırmıştı. 
Hem de… 
Elinden hiç düşürmediği o meşhur Tamburalı silahıyla… 

İşte o kahraman son yolculuğuna uğurlandı. 
Milletimizin de...
Ordumuzun da başı sağ olsun!