Yukarıdaki yazı başlığını koyarken düşünmüştüm;
-Nereden, hangisinden başlamalıyım?
Bu düşünme beni şöyle en azından bir yarım asır öncesine götürdü. Gülümseyerek o zamanların sorunlarına götürdü beni. Neleri haber yapar, hangilerini nasıl yorumlardık? Şöyle bir hatırlayalım; 
-Kentin cadde ve sokaklarında kışın çamur deryası, yaz aylarında toz bulutları? 
Bir de buna zamanından alınmayan çöpler, boş arsalara dökülen yanmış kömür cürufları sorununu ekleyelim. Ki zaman zaman bunları kaldırmak için Belediye Temizlik İşleri Müdürlüğünün “seferberlik ilanı” gibi çalışmalarını unutmam!...
Günümüzde ne çamur, ne toz ne de cüruf sorunu
 kaldı… 
Yine buna bağlı olarak hemen her binanın önüne kazılan fosseptik kuyularının sık sık taşması ve bunlara yetişemeyen vidanjör konusu; Allah razı olsun;
-Belediye Başkanları Selami Vardar’ın başlattığı Sezai Aksoy’un tamamladığı kanalizasyon projelerinden… 

Porsuk’la devam edelim.

Nasıl unutulur şehrin özelliği ve güzelliği sayılan porsuk Çayı’nın hali gerçekten de!.. Haberlerimizde ve köşe yazılarımızda sıkça kullandığı şu temalı başlıklar anlatıyor;
-Ne olacak bu Porsuk’un hali?
Halde hale girip çıksa da, zaman zaman “azgınlaşıp” caddeleri suyla kaplasa da yine de çok sevdik Porsuk çayımızı!.. 
İlla velakin “ey birliği ile kirlettiğimiz” çayın başka dertleri de çekilmez oluyordu kimi zamanlar. Neydi onlar hatırlayalım;
-Birincisi çevresindeki yapılar ve apartmanlardan boca edilen gizli fosseptik bağlantıları. 
Çevresinden geçerken kişinin burun deliklerini sızlatan o “mis gibi” kokular!.. Olar da yetmez çevresindeki sanayi tesislerinden salınıveren sanayi atıkları, yağlar. Yetmedi (evsel değil) evlerden atılan eşyalar..
*** 
Bunlar da yetmez, son 30 yıl öncesine özgü bir başka sanayi tesisi atığı;
-Sümerbank Basma Fabrikası’nın boyalı suları… 
Bir gün kırmızı, başka bir gün mor ve yeşil renkte akan çaya bakıp ahalinin yaptığı ironi benzeri yorumlar;
-Basma fabrikamız bugün Al’a çalışıyor galiba!.. 
Ya şimdilerde, yani şöyle bir 20 yıl sonrasında; 
-Bot gezintileri, gondol sefaları!.. 
Bunu beceren Yılmaz Büyükerşen hocamızdan da Allah razı olsun… 

Ya ulaşım sorunu?

Bunu irdelemeye başlamadan önce bir başka “sorunu” daha hatırlamakta yarar var;
-Kentin üstünü kapsayan zahirli hava tabakası!.. 
Yani yoğun hava kirliliği… Çanak biçiminde bir ovaya yerleşmiş kent merkezine Tepebaşı semtinden, Yıldıztepe gibi yükseklerden bakanlar, şehrin üstünün9 kirli bir dumanla kaplandığını görür, şaşıp kalırdı!.. 
Nedeni de belliydi;
Özellikle kış aylarında on binlerce konutta yakılan sobalardan bacalara salınan karbon monoksit gazı!.. 
Zamanın gazete haberlerinden hatırlarım;
-Erzurum’dan sonra havası en kirli şehir Eskişehir!..
Şimdi kirli havalı şehir statüsünün en alt basamaklarından kalsak da, b ir başka kirleticiyle yüz yüze kaldığımızda bir başka gerçek. O da;
-Sayıları 350 bini aşmış motorlu araçlardan salınan eğsos gazları…
Neyse ki bu kirlilik, trafiğin pik saatler dışında pek hissedilmiyor. Bunun nedeni de; kuzeyden-güneye, doğudan batıya vızır vızır çalışan, hemen her semte sefer yapan tramvaylar!.. 
Onları projelendiren Yılmaz Hoca’mıza bir teşekkür daha… 
*** 
Başlığa bakarak günümüzün “kent sorunlarını” ele alacağımızı düşünmüş olmalısınız. Haklısınız, ben de o niyetteydim. Merak etmeyin!..
-Giderek müzminleşen o sorunları arkadaşlarımız hemen her gün konu ediyor. Ben de yazmayı sürdüreceğim elbet!.