Tanrı’nın bize yaşam alanı olarak seçtiği bu dünya toprakları, tüm canlıların ortak
yaşayacağı bir yerken, bizler bu dünyayı paylaşmaya çalışmışız. Sınırlar çizerek
ırksal ayrılıklar yaratmışız.
Öncelikle karşımızdaki insanı da bizim gibi yaratılmış olarak göremiyoruz. Onun
kendine ait olan ve başkalarını ilgilendirmeyen kimliğini öğrenmek istiyoruz! Sana
ne? O da senin gibi bir insan. Etnik grubunu, inancını öğrenmekle ne elde edeceksin?
Her şeyden önce; bu dünya üzerinde insan gibi yaşamak istiyorsak, karşımızdaki
insanın duygularını tanımlamakta ve duygularımızı ifade emekle işe başlamak
gerekmiyor mu? Çok geç kaldık, çok!
Aslına bakacak olursak, bizleri insan yapan duygularımız değil mi? O zaman
duyguları tanımak, bir yerde kendimizi tanımak olmuyor mu? Kendimizi tanıyor
muyuz? O da başka bir konu. Neyse biz konumuza dönelim.
Bakın arkadaşlar, üstünde yaşadığımız bu alemi anlamak için önce kendimizi
tanımamız gerekiyor. Önce kendi varlığımızı sorgulamakla işe başlayarak dünyayızı
anlamaya başlarız. Öncelikle bu dünya üzerindeki her şey, insanın biyolojik yapısıyla
uyumludur. Bizler de bu uyumu devam ettirmek zorundayız. Bu uyumu devam
ettirmek için dünyamızı sevmeliyiz. O biz insanlar olmadan da yaşamını devam
ettirebilir. Ancak insanlık doğasız yapamaz. Çünkü O bizim yaşam kaynağımızdır.
İklim değişikliğinin, gezegenimizdeki tüm canlıları tehdit ettiğini unutmayalım. Bize
yuva olan dünyamızı daha yaşanabilir kılmak da elimizdedir.