“Bir kediyle geçinmenin yolu, ona üstün bir varlık olduğunu bilerek davranmaktır” Ernest Hemingway
     Adına çok yakışan, tatlımı tatlı, akıllımı akıllı bir kediydi O. Yıllar, yıllar önceydi, şimdilerde kapalı, kullanmadığımız baba evine annemi ziyarete Ankara’ya gitmiştim. Evin bulunduğu sitenin oldukça büyük bahçesinde çokça kedi barınırdı. Gittiğim gecenin sabahında, acı acı yavru kedi miyavlamasıyla uyandım; bahçede, sesin geldiği yerde iki minik yavru kedi. Birisi beni görünce kaçtı, belli ki gücü kuvveti yerindeydi. Diğeri zayıf, yorgun, kendisini koydu koyacak ölümün soğukluğuna; aldım eve getirdim, elimden geldiğince besledim, tüylerinin içi pireyle dolmuş, o geceyi koyun koyuna birlikte geçirdik. Ertesi günü trenle Eskişehir’e döndüm, FINDIK da benimle, valizin içinde gıkı bile çıkmadı güzelliğin. Eve gitmeden veteriner kliniğine, Nevzat beye gittim; gençlik dedi ve tedavisine başladı, “yaşaması zor” diye de ekledi. İç sesim, miniğin yaşayacağı yönündeydi. Söyledim de bunu kendisine.
     Yanılmamışım; Fındık zor günleri atlattı, yaşama dört elle tutundu. Yıllarca evimde kedilerim oldu ama bu minik oğlancık çok farklıydı, inanılmaz sevgi dolu, duyarlı, barışçıl. Kendisinden önce evde sefa süren kedi kardeşleriyle hemen anlaştı, kaynaştı, bize sevgisini dolu dolu verdi. Çok ciddi bir hastalık dönemi geçirdiği için veteriner hekim önerisiyle onu kısırlaştırmadım, bağışıklığı düşmesin istedik. Kendisinden sonra eve geçici misafir olan bebeklere, erkek olmasına karşın annelik yaptı, diğerlerinin ufak çaplı kavgalarına hep barış adına müdahil oldu.
     Bir gün, aynı bugün gibi ılık bir bahar gecesi, bir anlık dalgınlığımdan  faydalanıp, o çok merak ettiği dış dünyaya firar etti. Deli divane gibi günlerce sokaklarda, Eskişehir’in hemen her köşesinde onu aradık, ilanlarını astık duraklara, direklere. Tam on gün geçti, on birinci günün akşamında evime çok da uzak olmayan bir sokakta, bir evin bodrum penceresinde gördüm onu. Nasıl kucaklayıp, nasıl eve getirdiğimi bilemedim. En çok suya hasret kalmış canımın içi. Bir daha evin dış kapısının önünden bile geçmedi, arada karşı dairedeki Ayşe teyzesinin kapısını açık bulduğunda onu ziyaret etti, akvaryumdaki balıklarına baktı o kadar.
     Fındık bana çok şey öğretti; sabrı, vefayı, sevginin en doğal ve katıksız halini, bir de bilgeliği. Gerçekten de kediler bilge canlılar. Yaşamayı çok seven, özgürlüklerine düşkün, gizemli, zarif.  Onlarsız bir dünya inanılmaz sıkıcı olurdu, buna eminim. Bu bilge canlılardan bizlerin çok öğreneceği şeyler var…