Eskişehir bir zamanlar “bisiklet kentiydi”; yani benim çocukluğumda öyleydi. Motorlu taşıma araçları yok denecek kadar azdı, atlı taşıma, faytonlar vardı, bir de bisikletler. Binebilenler için idealdi onlar, yakıt istemez, yer kaplamaz, pratik, hafif. Üstüne üstlük bedava spor. Ben faytonları sevmezdim; atlara kırbaç vuruluyor koşmaları için diye.
     Bizim evde bir tane bisiklet vardı, genelde abim kullanırdı, çok da işe yarardı açıkcası. Deliklitaş mahallesindeki evimizden hafta sonları piknik yapmaya geldiğimiz Vişneliğe, Nuri Beyin Değirmeni’ne o bisikletle taşırdı bizi. Babam çok sık kullanmazdı. Hava İkmalde’ki mesaisine dekovil ismi verilen mini tren görünümündeki araçlarla gider gelirdi başlangıçta. Sonraları servis arabaları hizmet vermeye başladı.
     Ailem bana ilkokulu bitirince bisiklet alma sözü vermişti, ancak Deliklitaş Caddesi’nde bir genç kızın ölümlü kaza geçirmesiyle o sözlerini tutmadılar ne yazık ki. Hep içimde hasret kaldı bisiklete binmek.
     Kentimizin coğrafi yapısı bisiklet kullanmaya çok uygun olduğu için insanlar yıllarca bu iki tekerlekli, kiminin velespit, kiminin şeytan arabası dediği taşıma aracını kullandı. Sonraki yıllarda motorlu araçların revaçta olması borç harç, kredilerle hemen herkesin altına bütçesine göre bir araba çekmesiyle bisikletler nostaljide kaldı. 
     Ama kentin geçmişini bilenler bisikleti hep özlemle andılar, hele de daracık sokaklarda, caddelerde trafik sıkışıklığı had safayı bulunca, keşke yine yeniden bisikletli taşıma olsa diye iç çektiler.
     Şimdilerde bu özlem karşılık bulmuş gibi; şehrin belli başlı caddelerinde belediye tarafından bisiklet yollları yapılmaya başlandı, toplamda 72 kilometre olacakmış. Bu tahsisli yollara, o caddelerde oturan ve araçlarını nereye park edeceklerini kara kara düşünenler çok da sıcak bakmıyorlar açıkcası. Şehir plancıları bu soruna çare üretir diye umut ediyorum kendi adıma. Ama o çareleri önceden hayata geçirselerdi keşke. 
     Eski yıllara dönmek olası mıdır? Çocukluğumun o sakin, sessiz, motorlu araç gürültüsünden, hengamesinden, kirliliğinden uzak günlerine geri dönülür mü? Benim fikrim çok zor hatta olası değil, keşke olsa.
     Kentimizde bisikletli yılların yaşandığı dönemlerde hayvan hakları yasası yoktu. Olması da çok uzak bir hayaldi. Belediyelerin bütçelerinde zehir kalemleri vardı; çoluk çocuğun gözü önünde zehirlenen kediler, köpekler can çekişerek ölürdü. Ben bu travmaları yaşamış bir nesildenim. Yıllar sonra o hasretle beklediğimiz yasa çıktı çıkmasına ama zaman içinde erozyona uğraya uğraya bugünkü soykırım haline getirildi. Bisikletten buraya nasıl geldiğime gelince, bisikletlerin hüküm sürdüğü yıllarda, imkansızlıkların çok olduğu yıllarda insanlar sanki daha bir vicdanlıydı diye kalmış usumda. Çünkü belediye zehirlemelerine karşı çıkan mahallelinin, vicdanlı insanların bisikletlerine atlayarak biran önce  zehirlenen canları kurtarabilmek adına sarımsaklı yoğurt   yetiştirme çabaları hala capcanlı hafızamda.