Türkiye’de   üniversite ve yükseköğretim üzerine araştırmalar yapan bağımsız araştırma  kurumu “Üniversite Araştırmaları Laboratuvarı-ÜniAr” tarafından her yıl  gerçekleştirilen “Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırması-TÜMA” 2024 kapsamında  Türkiye’deki 126’sı devlet, 74’ü vakıf üniversitesi olmak üzere  200 üniversite  yer almış,  50.414  öğrenciden   veri toplanmıştır. TÜMA-2024’de yer alan veriler, 2016 yılından  sonra  TÜMA araştırmalarında  “Öğrenci Memnuniyeti Ölçeği” kapsamında kullanılmıştır. 
 
Ölçeği oluşturan  6 alan   aşağıdadır.
•    Öğrenim Deneyiminin Tatminkarlılığı,  
•    Yerleşke ve Yaşamının Doyuruculuğu, 
•    Akademik Destek ve İlgi, 
•    Kurumun Yönetim ve İşleyişinden Memnuniyet, 
•    Öğrenme İmkan ve Kaynaklarının Zenginliği, 
•    Kişisel Gelişim ve Kariyer Desteği. 
 TÜMA-2024’de   ilk 10’da  Yıldız Teknik, son 10’da  İstanbul Esenyurt Üniversitesi   yer almıştır.  “Yerleşke ve Yaşamının Doyuruculuğu” sıralamasında  benim de görev yaptığım Anadolu Üniversitesi  ilk sıradadır.  
Anadolu Üniversitesi, aynı zamanda  “Öğrenme İmkanları ve Kaynaklarının Zenginliği Sıralaması” da  ilk 3 üniversite arasındadır.
 
Bu sıralamada  dikkatimi çeken durum şudur.  İsmini, alanında uzman ve saygın  bir tıp bilim insanından  alan Ankara’daki  bir vakıf üniversitesi 113’ncü  (Düzey FF) sıradadır. Aslında bu  üniversite çok daha üst sıralarda yer  alabilirdi ama yer alamamasının  nedeni, YÖK mevzuatında olmayan 9 kriter icat ederek öğretim üyesi almasıdır. Üniversite,  aşağıdaki  9 kriteri  esas alarak  öğretim üyesini önce kadrosuna almış, daha sonra  İİBF Dekanı olarak atamıştır. Bu süreçte  YÖK tarihine geçen 9 kriter  aşağıdadır.

•    Dosyanın düzenli olması, (The regularity of the file)
•    Taşınır bellek, (Portable memory)
•    Adayın genç olması, (The candidate is young)
•    Adayın dinamik olması, (The candidate is dynamic)
•    Adayın projeci olması,  (Being a project designer)
•     Adayın yaşı, (Candidate's age)
•    Adayın dinamikliği, (Candidate's dynamism)
•     Adayın lisans programlarında ders vermesi, (The candidate's teaching in undergraduate programs)
•    Adayın yüksek lisans programlarında ders vermesi. (The candidate’s  teaching in graduate programs)
Söz konusu kriterleri esas alınarak yapılan atama, “yargı kararı” ile iptal edilmiştir ama bu süreçte  9 kriter YÖK tarihine  geçmiştir. 
 
Yukarıda yer alan  kriterleri “icat ederek” uygulayan Ankara’daki  devlet üniversitesinde görev yapan öğretim üyeleri hakkında görev yaptıkları  üniversite   soruşturma açmamıştır.  Bunun anlamı şudur: Söz konusu devlet üniversitesinde de   profesör atamaları  yukarıdaki kriterler esas alınarak  yapılabilmektedir. 
YÖK bu süreçte  üzerine düşen görevi yapmamış, bu kriterleri icat ederek uygulayan Ankara’daki devlet üniversitesi hakkında soruşturma açmamıştır. Böylece YÖK,  söz konusu  kriterleri  zımnen  kabul ederek uygun  bulmuştur.  Eğer söz konusu kriterler ile profesör ataması yapılabiliyor ve YÖK  bu duruma sessiz kalıyorsa, yolun sonuna gelmişiz demektir. 
Fakat,  ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Verşan Kök  “gerçek anlamda bilim insanı” olarak üniversiteleri 9 kritere göre değerlendirmiştir. Kendisini kutluyorum.
•    Akademik tanınırlık, 
•    İşveren tanınırlığı, 
•    Araştırmacı başına öğrenci sayısı, 
•    Araştırmacı başına atıf sayısı, 
•    Sürdürülebilirlik, 
•    Uluslararası araştırma ağı, 
•    İstihdam sonuçları, 
•    Uluslararası öğrenci, 
•    Araştırmacı oranları. 
Söz konusu 9 kriterin, YÖK’ün de onayladığı yukarıda yer alan 9 kriter arasında ne gibi benzerlik olduğunu, bu kriterleri esas alarak atama yapan  vakıf üniversitesi ile kriterleri icat ederek YÖK tarihine geçen Ankara’daki devlet üniversitesinin ilgilileri açıklamak durumundadır. 
Prof. Kök, “ODTÜ olarak öne çıkan uluslararası sıralama sistemlerinde (QS ve THE) önümüzdeki iki yılda öncelikli olarak 150-250 bandını, sonraki iki yılda ise kalıcı olarak ilk yüzde 10’luk başarı dilimine ulaşmayı hedefliyoruz”  demiştir.  (https://www.turkishnews.com/tr/content/2024/06/08/dunya-universiteleri-arasinda-ilk-siralarda-yer-alan-turk-universiteleri-hangileridir/)
Bu konuyu Turkish Forum’da  (ABD) yayınlanan yazımda  (8 Haziran 2024) gündeme getirdiğimi  açıklamakta yarar görüyorum.
 Bu kapsamda başka bir hukuk dışı  uygulama   Anadolu Üniversitesi’nde gerçekleşmiştir. İntihalci bir  öğretim üyesi hakkında verilen karar şöyledir:  “İntihalci öğretim üyesinin intihal yaptığının Ankara 14. İdare Mahkemesi’nin 07.03.2012 gün ve e2010/1192, 2012/254 sayılı ve 7 Nisan 2012 tarihli kararında intihal fiilinin işlendiği tespit edilmiştir. Şu halde davacının mezkur eserinde intihal yapıldığı hususunda emarenin mevcut olmadığından söz edilemez.  Dolayısıyla davalı tarafından yazılan yazı görünüşteki gerçeğe uygundur. Görünüşteki gerçeğe uygun olan bir yazı nedeni ile yazan kişi aleyhine manevi tazminata hükmetmek mümkün olamayacağından… dava reddedilmiştir.”  
Bu süreç,  tarafımdan “ICQH 2015”   uluslararası  Kongre’de bildiri olarak sunulmuştur: “Türk Yükseköğretimde Bilimsel Hırsızlıklar: Bir Örnek Olay.”  İntihali yargı kararı ile belirlenen öğretim üyesinin  yayınında tüm atıflar İngilizce olmasına rağmen bu kişi dil sınavına Fransızca’dan girmiş, fakat Fransızca’dan bir tek yayına   atıfta bulunmamıştır. 
Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç, bilimsel intihal yapan  öğretim üyesinin öğrencinin karşısına çıkmaması gerektiğini belirtmektedir. Prof.  Teziç bu konuda bir gerçeğe dikkati çekmektedir: “Ona hocalık görevi yaptırılmamalıdır. Artık o kişinin bir daha üniversitede kürsüye çıkıp öğrencilere ders verir aşamada olmaması ve hocalık kisvesi içinde üniversitede bulunmaması gerekir” (Karluk, 2011a).
Üniversitelerimizde çok sayıda bilimsel yanıltma ve aşırmacılık olayı olduğu bilinmesine karşılık, yöneticiler bunların ortaya çıkması için gerekli hassasiyeti göstermemektedir. Bu durumda “elma bizdense çürük değildir”, “kol kırılır yen içinde kalır” zihniyeti üniversitelerimizde yaygınlaşırsa, bilimsel hırsızlıklar ile mücadele yapmak mümkün olmaz. Anadolu Ajansı 22 Şubat 2011 tarihinde, Türkiye’de intihal ile suçlanan bazı öğretim üyelerine örnek olacak bir haber yayınlamıştır.
“Doktorasında intihalle suçlanan Almanya Federal Savunma Bakanı Karl-Theodor zu Guttenberg, doktora tezini tamamladığı Bayreuth Üniversitesi’nden akademik unvanının geri alınmasını istedi.” Doktora tezinde yaptığı intihal sebebiyle  eleştiri oklarına hedef olan Karl-Theodor zu Guttenberg bakanlık görevinden istifa etmiştir.
Almanya’dakinin aksine   Türkiye’de bir gelişme olmuştur. İntihalci öğretim üyesinin intihal yaptığının Ankara 14. İdare Mahkemesi’nin 07.03.2012 gün ve E2010/1192, 2012/254 sayılı ve 7 Nisan 2012 tarihli kararında intihal fiilinin işlendiği tespit edilmiştir. Bu karardan önce E. K. Eskişehir Sakarya Gazetesi’nde konu ile ilgili olarak yazdığım bir yazı sebebiyle bu kişinin aleyhime açmış olduğu “20 bin TL’lik” tazminat davasında Eskişehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (Esas Karar No: 2009-2010/20)  davayı reddetmiş ve kendisinin intihal fiilini işlediğini bilim jürilerinin hakkında verdikleri raporları esas alarak şöyle tespit etmiştir:
 “Şu halde davacının mezkur eserinde intihal yapıldığı hususunda emarenin mevcut olmadığından söz edilemez. Dolayısıyla davalı tarafından yazılan yazı görünüşteki gerçeğe uygundur. Görünüşteki gerçeğe uygun olan bir yazı nedeni ile yazan kişi aleyhine manevi tazminata hükmetmek mümkün olamayacağından… dava reddedilmiştir.” Karar temyiz edilmiş Yargıtay Mahkeme’nin kararını onaylamış ve karar “muhkem kaziye” haline gelmiştir. 
Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan göreve başlar başlamaz intihallerin af edilmeyeceğini açıklayarak, intihalcilere göz yumulmayacağının sinyalini vermiştir ama döneminde YÖK üniversitelerdeki bilimsel hırsızlıklar konusunda etkin bir tavır sergileyememiştir (Karluk, 2009a, 2009b, 2009c).
Murat Bardakçı’nın 12 Mart 2008 ve 2 Ekim 2015 tarihli yazılarındaki tespitlere katılmamak mümkün değildir: “Üniversitelerin intihal olayları karşısında ne kadar sessiz kaldıklarını kendi yazdıklarımın neticesinden biliyordum. Akademik hırsızlık olayıyla karşılaşan yönetim bu işi genellikle örtbas etme yolunu tercih ederdi; zira ‘tencere dibin kara, seninki benden kara’ misali vaziyetler söz konusuydu. Seneler boyunca yazdığım ve belgeleriyle ortaya koyduğum dünya kadar intihal hadisesi önce YÖK, ardından da rektörlükler yahut dekanlıklar sayesinde örtbas edilmiş, sadece tek bir intihalciye birkaç aylık ceza verilmiş, hemen ardından o ceza da affedilmişti” (Bardakçı, 2008, 2015).
Kamuoyunda ses getiren ilk intihal vakalarından birine, 1981 yılında rahmetli Uğur Mumcu dikkat çekmiştir. Mumcu, dönemin Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı İhsan Doğramacı'nın yazdığı "Annenin Kitabı"nın, Amerikalı Dr. Benjamin Spock'ın "Baby and Child Care" kitabından aşırıldığını köşesinde esprili bir dille anlatmıştır.


Bilimsel hırsızlık yaptıkları raporlarla kanıtlanmış olanlar eğer “üniversitemizin adı kötüye çıkar” kaygısıyla aklanmaya çalışılırsa, gerçek bilim insanlarına haksızlık   yapılmış olur. “Güneşin balçıkla sıvanmayacağı” gerçeğini ilgililer hiçbir zaman unutmamalıdır.  
Üniversitelerimizin toplum nezdinde itibarlarının düşmemesi ve saygınlıklarını yitirmemeleri için içlerindeki “çürük elmaları” ayıklamaları gerekir. Çünkü sepetteki bir çürük elma, bir süre sonra tüm elmaların da çürümesine yol açar. Bilimsel hırsızlık yapanların yer aldığı bir üniversite, uluslararasında şaibeli bir üniversite olarak bilinir.
 
 
 
Üniversitelerimizde çok sayıda bilimsel yanıltma ve aşırmacılık olayı olduğu bilinmesine karşılık, yöneticiler bunların ortaya çıkması için gerekli hassasiyeti göstermemektedir. Bu durumda “kol kırılır yen içinde kalır” zihniyeti üniversitelerimizde yaygınlaşırsa, bilimsel hırsızlıklar ile mücadele yapmak mümkün olmaz. Üniversitelerimizde  bilime  saygı, üniversitelerimizin namusudur. Bunu kaybetmek, üniversitelerimizin bilimsel namusunu kaybetmesi anlamına gelir. 
   “Bu süreçte YÖK Başkanı sayın  Özvar’ın “es geçtiği” bir konu vardır. Türkiye’de Ankara’da bir vakıf üniversitesinde aşağıda yer alan 9 kriter ile profesör atanması yapılmış olmasına rağmen ilgili üniversite hakkında hiçbir işlem yapılmaması   düşündürücüdür. Acaba profesör olmak için adayın “genç” olmasına bakılacak, eğer genç değilse  “dinamik” de  olmadığı için ataması yapılmayacak mıdır?  
YÖK tarihine örnek olarak geçen aşağıda yer alan 9 kriter  ile eğer profesör ataması yapılıyorsa ve YÖK derin bir sessizlik içinde bulunuyorsa,  sayın Başkan’ın  akademik saygınlık açıklaması suya yazılan yazı olmaya mahkumdur.” (https://www.sakaryagazetesi.com.tr/dunya-universite-siralamasi-avrupa-2024-arastirmasinda-odtunun-buyuk-basarisi#google_vignette)
Türkiye’de temiz bir bilim dünyası için üniversitelerimizde bilimsel yolsuzluklardan arındırılmış eserler üreten öğretim üyelerinin sayısı artmalıdır. Bunun için etik ihlallerinin üzerine gedilmeli, intihal yapan öğretim üyeleri yüksek öğretim sisteminin dışına çıkarılmalıdır.  
 
“Üniversitelerde Etik İhlalleri, Bilimsel Yolsuzluklar ve Sonuçları. 3rd International Conference on Governance Fraud Ethics and Social Responsibility. June 7-11, 2011. Nevsehir. Web: http://icongfesr2011.tolgaerdogan. net/documents/national_presantati”
Yukarıda yer alan 9 kriter ile  bir vakıf üniversitesinde profesör atanabiliyor, ilgili üniversiteler  sesiz kalıyor ve en önemlisi de  YÖK bu atamayı iptal etmiyorsa, durum vahimdir.  Cambridge Üniversitesine göre  makale, yüksek lisans ya da doktora tezi gibi akademik eserleri farklı profesyonel kurum ya da kuruluşlardan satın almak,  intihalin yaygın örnekleri arasındadır. ABD The Office of Research Integrity  kurumuna göre  intihal,  suç olarak tanımlanmıştır. Kuruma göre, intihal hem bir hırsızlık eylemidir hem de fikri mülkiyet ihlalidir ve başkasının fikri mülkiyetini zimmetine geçirmek olarak kabul edilmektedir.
Son söz: Oscar Wilde  derki:  “Biri gerçeği söylerse, bir diğeri er veya geç yalanının ortaya çıkacağından emin olmalıdır."  Mark Twain de  doğru bir   tespit yapmıştır: “Gerçek ayakkabılarını giymeden, yalan dünyayı üç kez dolaşır.”