Evet çoğu zaman olduğumuz gibi yine yeniden diken üzerindeyiz. Neden mi? 2004 yılında yasalaşan Hayvan Hakları Koruma Yasasının belkemiğini teşkil eden, kırmızı çizgimiz kabul ettiğimiz 6. Maddesi hükümlerinin revizyona uğrayacağı korkusuyla öyleyiz. 
     Maddenin özü şöyle: Aşıla, kısırlaştır, aldığın yere bırak. İşte tam da bu hüküm, yasanın çıktığı günden bugüne taciz edilmekte sürekli, yerel yönetimler tarafından hükümsüz sayılmakta, gizli- aşikar çiğnenmekte. Şimdilerdeyse toptan kaldırılması adına çalışmalar yürütülmekte, ilgili bakanlığın başkanlığında kurulan komisyonlar tarafından uzun uzun kapalı kapılar ardında, “ne ederiz nasıl ederiz de yok sayarız” formülleri üretilmekte.
     Hal böyle olunca da biz can korumacılar diken üzerinde, teyakkuz halinde yaşayıp ciddi tedirginlik  yaşamaktayız. Oysa yasanın çıkışından bugüne tam 19 yılda düzgün bir kısırlaştırma  programı uygulanmış olsaydı şimdi sayısı sekiz milyonu bulduğu söylenen sahipsiz canımız olmaz, popülasyonun önüne rahatlıkla geçilmiş olurdu. Ama bu görevi üstlenen yerel yönetimler, bildiğiniz lay lay lomla, oyalama boyalama politikalarıyla bugüne sebep oldular açıkçası. Şimdi ceremesi o canlara çektirilecek! Sokakta, dağda, bayırda ne kadar sahipsiz denilen canımız varsa toplanacak, hani şu kürekle başına vura vura öldürülen köpeğimizin bulunduğu Konya barınağı gibi devasa toplama kampları kurulacak, artık kaç tanesi oraya ulaşabilirse toplanacak ve ömür boyu tecrit edilecek o toplama kamplarında. 
     Bu gerçeğin bilincinde olan  biz can savunucuları, artık nasıl içimize sindireceksek bu 4 Ekimde de her yıl olduğu gibi “Hayvan Hakları Günü”nü kutlayacağız, olmayan hakların günü!  Aktivistler, son bir gayretle, acaba diye bir kuru umuda sarılıp, farklı kentlerde yaptıkları mitinglerle haklı seslerini, yasa koyuculara, ilgili bakanlığa duyurmaya çalışmaktalar. Yazılacak, söylenecek şey çok ama bazen anlamını yitiriyor işte.    
     Şu cümleyle sonlandıracağım makalemi: Özünde vicdanlı, merhametli olan ülkem insanı, 1910 yılında, 80 binden fazla sokak köpeğinin İstanbul’da Hayırsız Ada’ya sürgüne gönderildiğini, açlıktan hastalıktan kırılan köpeklerin seslerinin İstanbul’a nasıl ulaştığını, yüzerek alıştığı ortama, gönül bağı kurduğu insanların yanına ulaşmaya çabalarken denizde boğulan yüzlerce canın cansız bedenlerinin dalgaların arasında yüzdüğü görüntülerini hatırlamalı. Bütün bu acımasızlığın ardından o güzel kentimizin nasıl depremlerle sarsıldığını, çıkan büyük yangınlarda nasıl kayıplarının olduğunu da. 
     Lütfen izin vermeyin toplanmalarına, ölüm kamplarına yollanmalarına. Kısırlaştırma seferberliğinin başlaması adına çaba harcayalım kurumlarla birlikte hepimiz. Yeter ki onlar gitmesin meçhule.