ESOGÜ Tıp Fakültesi hastane binası, Eskişehir'de, bölgenin en büyük hastanesi konumunda...
Her gün içinde, hasta, hasta yakınları ve çalışanların olduğu en az 5-6 bin kişinin bulunduğu bir bina.
***
1976 yılında temeli atılmış, yapımı 17 yıl sürmüş, 1993 yılında faaliyete geçmiş, yakınından fay hattının geçtiği, temelinden su çıktığı söylenen ve nereden bakarsanız bakın büyük risk barındıran bir bina bu...
***
Söz konusu binanın bu riskten kurtarılması için iki farklı seçenek vardı...
Birincisi; Yeni bir hastane binası yapılarak, mevcut riskli binanın derhal yıkılması...
İkincisi de; Mevcut riskli binanın güçlendirilerek depreme dayanıklı hale getirilmesi...
***
Aslında en mantıklı seçenek, yeni bina yapıp, var olanın bir kaza bela olman yıkılmasıydı...
Üniversite yönetimi, 10 yıldır bir türlü bitirilemeyen Diş Hastanesi binasını acilen tamamlayıp, var olan hastaneyi buraya taşıyıp, yeni hastane binası bitinceye kadar burada hizmet verme yöntemine baş vurabilirdi.
Hatta...
Üniversitenin karşısında bulunan ve üzerinde otopark tabelası olmasına rağmen boş duran arsasını bir şekilde değerlendirip, Ankara'dan gelecek bütçeye bile ihtiyaç duymadan, sırf bu arsanın sağlayacağı getiri ile yeni hastane binasını yapabilirdi.
***
Ama gelin görün ki; yeni hastane binası yapılması yerine, ikinci seçenek olan güçlendirme seçeneği tercih edildi...
Edildi edilmesine de, 400 milyon lira bedeli olan hastane binası güçlendirme projesi için ancak binaya iskele kurmaya yetecek miktar olan 40 milyon lira ödenek ayrılabildi...
***
Belki çok sık dile getiriyoruz ama bu hastane binası gerçekten bu şehir için son derece önemli...
Bazen “Bu binanın bu hali bir tek bizi mi endişelendiriyor?” diye de düşünmüyor değiliz hani...
Olası bir depremde, maazallah her yer yıkılsa bile, bu binanın kesinlikle ayakta kalması gerekiyor...
Fakat, binanın olası bir depremde ayakta kalması için gereken çaba, nedense bir türlü harcanmıyor.
NOT- Hal böyleyken üniversitenin Rektörü ve hastane binası ile ilgili yönetici olmak da çok zor bir görev olsa gerek. Düşünsenize her gün en az 5-6 bin kişinin içinde olduğu devasa bir bina var ve bu bina risk taşıyor. Valla yerlerinde olsam, her gece “Şükürler olsun bugün de deprem olmadı” diye yatıp, her sabah “Bugün de deprem olmasın” diye duayla kalkardım...
SENDİKACILIĞIN “SENDİKASI” GİTTİ, GERİYE NE KALDI?
Mesleğe başladığım 80'li yılların ortasında sendika haberleri gazetelerin sayfasında ağırlıkla yer bulurdu.
***
Toplu İş Sözleşme görüşmeleri, işçilerin hak arama eylemleri, grevler, işverenin grev kırıcı girişimleri, okuyucunun da ilgi gösterdiği önemli haberler niteliğindeydi.
***
Sendikaların düzenli olarak gerçekleştirdiği eğitim seminerleri de keza büyük ilgi gören etkinlikler arasındaydı örneğin...
Başta Toktamış Ateş olmak üzere alanlarında ismi olan pek çok uzman ve öğretim üyesini, sendikaların düzenlediği bu eğitim seminerlerinde zevkle dinlediğimi ve söylediklerini de özenle haberleştirdiğimi hatırlarım.
***
Askeri ihtilalin uygulamaya koyduğu yasalarla, alanını önemli ölçüde daraltmasına rağmen, yine de bugünkü sendikacılıktan daha etkin ve yetkindi sendikacılık.
***
Emek sömürüsünün önü tamamen açılsın diye sendikal faaliyet alanını budamaya başlayan devlet-işveren ortaklığı, tehdit ve baskı ile birlikte sendikacılığı yönetime karşı hiçbir söz sahibi olmayan bir konuma itinayla taşımış oldu.
***
Sonuç olarak;
Gerçek anlamda sendikacılığın ruhu sonunda bedenden ayrıldı gitti!
Öyle bir hale geldi ki sendikalar, arlarında az sayıda direnen ve haksızlığa uğrayan sendika ve üyelerine destek dahi olamayan, göstermelik örgütlenmeler olup çıktı...
***
O yüzden, sendikaların yaptığı genel kurullar ile o genel kurullarda seçilen sendika başkan ve yöneticilerin kimler olduğu zerre kadar ilgimi çekmiyor.
Zira...
Sendikacılığın “Sendika”sı çoktan gitti, geriye kala kala “Cılığı” kaldı...
ÇANAKKALE'DE MUSTAFA KEMAL'İ YOK SAYANLARA...
“Şu anda mağlubiyeti bütün damarlarımda hissetmekteyim. Çok üzgünüm!..
Oldukça mutluydum, umutluydum. Daha düne kadar “Çanakkale Bizimdir” diyordum.
Çünkü bu savaşı kazanmak için; askeri, parayı, cephaneyi, her şeyi hesaplamıştım.
Hepsinde çok üstündük. Mutlaka yenecektik.
Yalnız bir şeyi hesabı katmamışız...
MUSTAFA KEMAL’İ...
Bağrımda İngiliz gururu olmasa,
TÜRKLERİ alnından öpmek,onları ayakta alkışlamak isterdim.”
***
Yukarıdaki sözler İngiltere Başbakanı Winston Churchill'e ait...
Hani Mustafa Kemal Atatürk'ü Çanakkale savaşlarında yok sayıyor ya birileri...
İşte o birilerine en güzel cevabı o dönemin işgal devletinin başbakanı bizzat vermiş...