Geride bıraktığımız 2024 yılında tam 1897 çalışan emekçi iş kazasında yaşamını yitirmiş.
Yaşamını yitirenlerin yüzde 94'ü erkek, yüzde 6'sı kadın...
***
Yani bir yıl içinde tam 106 emekçi kadın iş kazasının kurbanı olmuş...
Yani, bir yıl içinde her üç-dört günde bir kadın çalışan hayattan kopmuş...
***
Bazıları iş yerine giderken ya da gelirken servis araçlarının içinde can vermiş, bazıları iş yerinde üzerine düşen yüklerin altında yaşamını yitirmiş.
***
Bazıları iş yerlerinde yüksekten düşmüş, bazıları da yine iş yerlerindeki makinelere vücudunu kaptırarak can vermiş.
Tamamı iş yerlerindeki güvenlik önlemlerinin yetersizliği yüzünden ölüp gitmiş...*


İçlerinde elektriğe kapılarak ölen de var,  zehirlenerek ölen de...
Bazıları çocuk denecek yaşta, bazıları gençliğinin baharında...
Bazıları yeni evlenmiş, bazıları yeni anne olmuş...
***
Bir çoğu anne, bazıları kocasını kaybetmiş ama ailesi için hayata tutunmak zorunda kalmış...
Hepsi yoksulluğun kucağında yaşamış o vakte kadar...
Kendisi için, ailesi için, hepsinin hayalleri var...
Hepsinin yaşamı aslında birer roman...

Ama gelin görün ki, hiçbiri ormanda kaybolan mimar hemcinsleri kadar dikkat çekmemiş bu ülkede...
Hiçbirinin ölümü beş gün aralıksız gazete ve televizyon kanallarına konu olmamış...
Mimar kadının ölümü  son derece üzücü...
***
Fakat, bir yıl boyunca, iş kazasında can veren 106 emekçi kadını haber dahi yapmayan medya, mimar kadının ölümünü tarot ve cadılık kursu gibi konular üzerinden açtığı magazin penceresiyle sunarak, beş-altı gündür sayfalarından ve ekranlarından düşürmez olmuş.
***
Sonuç olarak;
İçinde magazin barındırmıyorsa, ölümün de hiçbir değeri yok...
Hele hele ölümün altında yoksulluk ve çaresizlik varsa, hiç mi hiç değeri yok...

DEMEK BİZ DE ALIŞKANLIKTAN ELEŞTİRİYORMUŞUZ...

Günlük yaşamda sık tekrarlanan olumsuzlukları kaleme alıp, sürekli eleştiriyoruz.
Meğer yaptığımız eleştirilerin kaynağında Türk halkının alışkanlıkları yatıyormuş.
***
Yapılan bir araştırmada Türklerin çok sık başvurdukları ve anlam verilemeyen birçok alışkanlıkları ortaya çıkmış…
Ne mi bu alışkanlıklar?
***
İşte sadece bize has olan o alışkanlıklar;
-Faturaları son gün ödemek…
-Yolda yürüyen arkadaşının üzerine araba sürmek…
-Kimsenin bilgisinin olmadığı bir konuda yalan yanlış bilgi sahibi olmak…
***
-Yeşil ışık yanar yanmaz kornaya basmak…
-Koltukları yırtıp, yazı yazmak…
Otobüsten illa ön kapıdan inmek…
***
-Yaşanmayan olayları yaşanmış gibi anlatıp, bir de buna inanmak…
-ünlü birini görünce fotoğraf çektirip, samimiymiş görüntüsü vermek…
-Eğer ünlü uzaktaysa mutlaka el sallamak…
***
-Yan yoldan çıkana kesinlikle yol vermemek…
-Şerit değiştirdikten sonra sinyal vermek…
-Trafikte sizi geçeni ne yapıp edip geçmek…
***
-Reklam afişlerini yırtmak…
Tuvalete kesinlikle bir şeyler yazmak…
-İskambil kâğıdından yapılan kuleyi bozmak…
***
Tiki olanla uğraşmak…
-Cep telefonuyla bağırarak konuşmak…
Gaz kaçağını çakmakla kontrol etmek…
-Ters yola girip, düz yoldan gelene ters ters bakmak…
***
-Ambulansın hasta taşıdığına kesinlikle inanmamak…
-Ev telefonunu arayıp "evde misin" diye sormak…
-Kaza ve kazı alanı etrafına toplanmak…
***
-Misafirlerin ayakkabılarını düz çevirmek…
-Kavgaya "Sen kimsin olum" diye başlamak…
Ve son olarak:
Her şeyi eleştirmek…

Yer tarihi Odunpazarı bölgesi...
Arsa Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait.

***
Vakıflar arsayı Türk Dünyası Kültür Başkenti Vakfına tahsis ediyor.
Türk Dünyası Kültür Başkenti Vakfı tahsis edilen arsa üzerine bir bina inşa edilerek, “Göç Müzesi” yapacağını açıklıyor.
***
Müze binasını yapmak için Eskişehirli bir firmaya adeta emrivaki yapılıyor.
Firma bunun üzerine söz konusu binayı dönemin parasıyla 10 milyon lira harcayarak yapıyor.
***
Müze olacak binanın içine sergilenecek olan materyaller bile temin ediliyor.
Fakat aradan 10 koca yıl geçiyor, müze bir türlü açılmıyor.
***
Bir sabah binanın üzerindeki “Göç Müzesi” tabelası indiriliyor, yerine “TÜGVA Kıraathanesi” tabelası asılıyor.
***
Herkesin Müze olarak açılmasını beklediği bina TÜGVA'nın Kıraathanesi oluveriyor.
Sonradan anlaşılıyor ki, Türk Dünyası Vakfı, “Göç Müzesi” yapmak için  Vakıflardan tahsis ettirdiği, Eskişehirli bir firmaya binasını yaptırdığı binayı TÜGVA'ya tahsis etmiş!
***
Tüm bunlar olduğunda “Bu nasıl iş?” diye sorduk...
Gelen cevaplarda “Burası TÜGVA tarafından kullanılacak ama içinde müze de faaliyet gösterecek” denilmişti...
***
Ama gelin görün ki; binanın içinde müzede sergilenecek eserler kaybolmuş, yerine langırt masaları gelmiş!
Eeee, Müze diye yapılan ama bir sabah langırt diye kıraathaneye dönüştürülen binanın içine de yakışsa yakışsa  langırt masaları yakışırdı!