“Bir ulus, ne kadar derin bir bunalım içinde ise ziynet ve süs eşyası ile o kadar savurgandır.” diyor, Adolf Loon.

Herkesin hayatı farklı ama zengininden fakirine, herkesin ortak derdi ekonomi.

Son iki yılda yaşanan hayat pahalılığı, orta direği yerle bir ederken, fakiri daha fakir zengini daha zengin yapmış durumda.

Marketten lokantasına, kasabından manavına, tekstilinden beyaz eşyacısına,  pazarcısından seyahat acentesine kadar, herkes tutturduğuna satıyor.

Satıyor mu? Satıyor.

Satamadığını da kitabına uyduruyor.

Yediğiniz yemeğin, içtiğiniz çayın, giydiğiniz ayakkabının fiyatı nerdeyse Avrupa ülkeleriyle yarışacak nitelikte.

Hayat; sabah akşam değişen etiketlerin izini süren emekliye çile.

Üç liralık tarla domatesini, 40 liraya satan esnafa ödül oldu.

Bir liraya mal olan çayı 30 liraya, 10 liralık kahveyi 150 liraya satan Bistro Cafe’ye gün doğdu.

Yüz liralık interneti 600 liraya, bin liralık koltuğu 6 bin liraya, 2 bin liralık daireyi 12 bin liraya kiraya, 1 milyon liralık evi 6 milyon liraya sata biliyorsan, ya bu ülkede enflasyon hesabında bir kara delik var yada da kara delikte kaybolmuş bir hesap var.

İğneden ipliğe, simitten poğaçaya, internetten telefon tarifelerine kadar,

Herkes tutturduğuna sattı satıyor.

Bahanesi çok ama hiçbir denetim yok.

Loon’un değişiyle bir ülke; ne kadar derin bir bunalıma girdiyse, o oranda ziynet ve süse, israfa ve şata vata düşkün hale gelmiş demektir.

Çünkü alttakilerin üstekilerden, üstekilerin alttakilerden haberi yoktur.

Haberi olsa bile herkes tutturduğuna çoktan saymıştır.