Yattığı ıslak, toprak zeminden son bir gayretle titreyen iki ön bacağının üzerinde doğruldu, görmeye korktuğu şeylere baktı; evet, işte tahmin ettiği gibi önünde, arkasında, sağında, solunda çok sayıda, ağızları kanlı, beyaz köpüklü, daha birkaç saate kadar birlikte koşup oynadığı büyüklü, küçüklü onlarca arkadaşı. Hepsinin de gözleri yarı açık, sanki hayretle bir yerlere bakıyorlar.
Ama hayır hepsi bu değil, orda kendi cinsinin dışında başka ölü canlar da var; evet, evet bunlar kedi. Onlar da kaskatı kesilmiş, minik bedenleri acıyla kasılmış, kimileri güzel patileriyle yüzünü kapatmış kendi cinsinin arasında yatmakta.
     Biraz daha güç bulunca, azıcık daha doğrulunca, biraz ilerideki serçeler, güvercinler de ilişti gözüne. Aman Allah'ım! Onlar da cansızdı. Onlar da ölmüştü işte. Minicik bedenlerine sabahın kırağısı yağmış, tüyleri nemli, günün ilk ışığı damlacıkları parlatıyordu.
     Sessizlik kulakları sağır edecek kadar derindi. Hayat belirtisi bir tek onun hırıltılı nefesinde kalmıştı. Kafasını toplamaya çalıştı. Ne olmuştu gecenin ilerleyen saatlerinde? Hatırladı; Evet… Ellerinde naylon torbalarla dost bildikleri iki ayaklılar, ama o güne dek ilk kez gördükleri bazı insanlar gelmiş, yabancı oldukları için temkinle yaklaşmışlardı. Sonra o insanlar, torbaların içindekileri alelacele boşaltıp hemen uzaklaşmıştı yanlarından. Oysa birer baş okşaması olabilirdi, çoğu zaman yemekten daha çok ihtiyaçları olurdu o okşamaya.
Neyse karınları da kötü acıkmıştı, bırakılan yiyeceklere ilk önce en deneyimlileri yaşlı, tek bacağı aksayan, o güzel yüzlü insanların adına KONT dedikleri arkadaşları yaklaştı, bir süre kokladı çok ta yemek istemiyor gibiydi, sonra açlık galip geldi birkaç lokmayı yiyip kıvrıldı bir köşeye –aslında ölüm uykusuna-. Sonra tüm arkadaşlarıyla birlikte kendisi de bırakılan o zehirli yemekleri tattı. Ve çekildiler köşelerine.
     Onlardan kalanları ise kedicikler, en sonunda da güzelim kuşlar yedi. Ve kısa bir süre sonra sessizliğin sesini böldü acılı iniltiler, kusma sesleri. Bayıldı, kendinden geçti, midesindeki, bağırsağındaki kramplar, ağrılar dayanılacak gibi değildi, yığıldı kaldı.
      Uyandığında ise her şey olup bitmiş, o yemeklerden tadan tüm canlılar acılı, ağrılı uzunca bir sürenin sonunda can vermişti. Bir tek kendisi, en genç olanı, en dayanıklı olanı, yani mahallenin çocuklarının sevgilisi ATEŞ, o canlı olarak kalmıştı. Aslında biraz daha dayansa, dirense, sabah onu görecek o iyi insanlar belki de yaşamını kurtarırdı. Ama bunu istemedi, onca arkadaşı, masum kedicikler, kuşlar öldükten sonra o yaşasa ne olurdu ki? Bıraktı kendini soğuk ıslak zemine, göz pınarlarında iki damla yaş, mırıldandı kendi dilinde “oysa biz sizi çok sevmiştik”. 
     Sabah ezanı okunuyordu, merhametli olduğu düşünülen bir dinin mensupları namaza çağrılıyordu.