Yapılan arkeolojik çalışmalar neticesinde çıkan eserlerin verdiği bilgiler, Eskişehir ve yöresinin, M.Ö. 3000 yıllarına kadar dayandığı eski bir yerleşim yeri olduğu anlaşılmaktadır.
Anadolu’da M.Ö. 2000 yılında hüküm süren Hititler devrinde de, Eskişehir’in önemi ve yeri dolayısıyla beylik olduğu görülmektedir.

M.Ö. 12. yüzyıl itibariyle, Anadolu’ya gelen Frigler bölgeye yayılmış ve dünyaya etki eden bir medeniyet kurmuşlardır.

M.Ö. 7. yüzyılda Lidyalılar, M.Ö. 5. yüzyılda Persler, M.Ö. 4. yüzyılda Makedon kralı Büyük İskender’in eline geçen Eskişehir, İskender’in ölüm tarihi yani M:Ö. 323 yılına kadar İmparatorlukta kalmıştır.

M.Ö. 2. yüzyılda Roma İmparatorluğu kontrolüne geçen bölge, Roma’nın ikiye ayrılmasına kadar Roma İmparatorluğu’nun, ayrıldıktan sonra ise uzun zaman Bizans hakimiyetinde kalmıştır.

M.S. 1074 yılında Anadolu Selçuklu devletine katılmış ve Eskişehir’in adı “Sultanönü” olarak anılmıştır.

1289’da Anadolu Selçukluları, Eskişehir’i Osman Gazi’ye vermiş. 
Orhan Gazi döneminde Karamanlıların eline geçen Eskişehir’i 1. Murad yeniden Osmanlı topraklarına katmıştır.

Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanlılar tarafında işgal edilen Eskişehir’in kurtuluşu ise 2 Eylül 1922’dir.

Dolayısıyla Eskişehir, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ve kurtuluşu açısında çok önemli bir kenttir.

Bu güne baktığımızda ise ekonomi, tarih, kültür sanat, eğitim, turizm ve genç nüfusu ile önemli yer tutmaya devam etmektedir.

Lakin geçmişten geleceğe muazzam zenginliğe sahip kent, son yüzyılda tarihi kalıntılarına sahip çıkamamış. 

Neyse ki;
Yazılıkaya Antik Kenti, Pessinus Antik Kenti, Odunpazarı bölgesi, Seyit Battal Gazi Külliyesi, Kurşunlu Camii gibi tarih’i belgeleyen bu ve buna benzer eserleri hala ayakta durmaktadır.

Üzülerek söylüyorum ki, bu günden yarına, dört yanımızı kaplayan ve beton yığınları içinde yükselen şehir, 100 yıl sonrasına bu günden o güne kalacak hiçbir tarihi eser olmayacak gibi görünüyor.

Zamansız tarihin kalıntıları, yukarıda saydıklarımızla sınırlı kalacak görünüyor. Kısaca bir elin beş parmağını geçmeyen bu değerlere, sahip çıkmak temel görevimizdir.

Bugünü milat olarak kabul edersek eğer, gelecek nesillere kalacak kaç tane beton yığını 100 yıl yaşayabilir, tam olarak bilinmez ama, bunun muhasebesi ve sorumluluğu hepimizin görevi olduğu da unutulmamalıdır.