Şehir içi trafikte, var olan yolu genişletmeniz ya da yeni bir yol daha açmanız, mevcut trafiği ortadan kaldırmıyor.
Hatta trafik daha da karmaşık bir hal alıyor.
Zira...
Her yol kendi trafiğini yaratıyor ve trafikte herkesin bireysel hareket ederek boş olduğunu tahmin ettiği yolu tercih etmesi, şehirde genel bir tıkanıklığa neden oluyor.
***
Bu elbette bizim ortaya atmış olduğumuz bir fikir değil.
Yukarıda anlattığımız, Alman Matematikçi Braess'in ortaya koyduğu ve “Baress paradoksu” olarak bilinen bilimsel tezinin özetini oluşturuyor.
***
Geçenlerde Ankara trafiği ile ilgili yakınmalar üzerine Belediye Başkanı Mansur Yavaş da dile getirdi söz konusu bilimsel tezi.
“Şehir içi trafiği 10 tane yol da yapsak azalmaz. Her yıl binlerce aracın trafiğe dahil olduğu şehirde açılacak yeni yollar da da aynı görüntüler olacaktır. Bu bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçektir.” dediyse de konu kamuoyunda çok tartışılmadı.
***
Aslına bakarsanız, Eskişehir nüfusa oranla araç sayısının en yüksek olduğu şehirlerin başında geliyor.
2024 Ağustos ayı itibarıyla Eskişehir'deki motorlu taşıt sayısı 357.132.
Yani...
Şehirde yaşayan her üç kişiden biri motorlu araç sahibi.
Her yıl bu araç sayısının belirli oranda artacağı da hesap edildiğinde, şehir içi trafiğinin sadece yol yapmakla ortadan kalkmayacağı, yapılacak yolların da bu araç sayısı ile kısa sürede aynı sorunu yaşayacağı  mantıklı geliyor.
***
O halde şehir merkezi trafiğine olabildiğince az aracın girmesi için bir ortamın sağlanması, bunun için de yapılacak tek uygulamanın toplu ulaşım araçlarının kullanımının alışkanlık haline gelmesi olduğu ortaya çıkıyor.
***
Tabi, insanların kendi araçları yerine toplu taşıma araçlarını tercih etmeleri için de, toplu taşımanın öncelikle ucuz, şehrin her köşesine ulaşabilen bir ağa sahip, modern, rahat ve otobüs, minibüs, dolmuş, tramvay, metro hatta banliyö dahil çeşitliliğe sahip olması gerekiyor.
***
Acaba diyoruz...
Yapı stoku ile dolu şehir merkezinde, kamulaştırma bedeline bile gücü yetmeyecek olan ve bu nedenle de yeni yollar açması mümkün olmayan belediye acaba enerjisini, planlamasını ve bütçesini daha ucuz, daha kapsamlı ve daha çeşitli toplu taşıma projeleri için mi harcasa...

Bizimkisi bir öneri, bir fikir jimnastiği...
Kim bilir?
Sonuçta bu yöntem, sorunu çözmeyecek yolları yapmaktan da belki daha ucuza bile mal olabilir...

Trafik-16

BİR ÖĞRETMENİN ALDIĞI DERS...

2000 yılının aralık ayıydı. Üniversiteden yeni mezun olmuştum. Bir devlet okulunda heyecanla derslere giriyordum. Sınıflardan birinde, şartlı cümleleri anlatırken tahtaya İngilizce bir cümle yazdım.
“Evet çocuklar, tahtada ‘Eğer çok zengin olsaydım anneme... alırdım.’ yazıyor. Cümledeki boşluğu, hayal gücünüzü de kullanarak doldurun. Anlaşıldı mı?” dedim.
***
Anlaşılmış olmalı ki herkes sessiz bir şekilde dağıttığım küçük kâğıtları aldı ve gözlerini tavana dikip düşünmeye başladı. Beş dakika sonra sınıfı dolaşıp kâğıtları topladım ve tek tek okudum. Uzay gemisi, Ferrari, Miami’de yazlık, Maldivler’de ada... Ben okuyorum, sınıf gülüyordu. 
Son kâğıdı içimden okudum. “If I were rich, I would buy flowers for my mom.”
Cümlenin sahibi, o sene sınıfa yeni gelen çelimsiz, içine kapanık bir çocuktu. “Aramızda çok duygusal bir arkadaşımız var!” dedim. “Selim, kalk bakalım. Ne yazdığını arkadaşlarına söyleyebilir misin?”
“Çiçek alırım, yazdım öğretmenim.”
***
Sınıfta hafif bir kahkaha koptu. “Ben çok zengin olduğunuzu düşünün, hayal gücünüzü kullanın demiştim. Buna rağmen çiçek alırım yazdığına göre önemli bir sebebin olmalı” dedim.
Bir süre sessizce bekledi, sonra ayağa kalkıp “Aklıma başka bir şey gelmedi öğretmenim” dedi usulca. Yüzünde Mona Lisa tablosunu andıran gülmekle ağlamak arası garip bir ifade vardı.
“Oğlum, dalga mı geçiyorsun?” dedim sertçe. “Aklınıza bir şey gelmesi için illa not mu vermemiz gerekiyor?”
***
Hiç cevap vermedi. Kâğıtları geri dağıttım. Sınıf, çalan zille birlikte kovanı kurcalanmış arı sürüsü gibi bahçeye aktı. Dışarıda ince bir yağmur yağıyordu.
Ertesi sabah okula geldiğimde Selim’in babasını lobide beni beklerken buldum. Önündeki sehpada bir gün önce sınıfta dağıttığım buruşuk kâğıt parçası duruyordu. Oturup biraz konuştuk. Kısa bir görüşmeden sonra ayrıldı. Zorlukla zümre odasına doğru yürüdüm. Başım dönüyordu. Hıçkırığa benzer garip bir şey diyaframdan gırtlağıma kadar tırmanmış, patlamaya hazır bekliyordu.
***
2000 yılının aralık ayıydı ve ben, kâğıttaki küçük boşluğu çiçekle dolduran Selim’in, hayatındaki en büyük boşluğu da çiçekle doldurmaya çalıştığını öğrendim.
Üç ay önce bir trafik kazasında annesini kaybettiğini ve o günden beri, babasıyla, hiç aksatmadan her cuma günü annesinin mezarını ziyaret edip mezarlığa çiçek diktiklerini...
Önceki gece babası duymasın diye yüzünü yastığa gömerek sabaha kadar hıçkırdığını...
***
Ve üniversiteden alınan diplomayla öğretmen olunamayacağını...
Hepsini, hayatımın o en serin aralık sabahında öğrendim .
"Öğretmenlik sabah gidip öğlen geldiğin, cumartesi, pazar, sömestır ve yazın tatil yaptığın bir meslek değildir. öğretmenlik Anne olmaktır. Baba olmaktır. Abi olmaktır.. Kısacası İnsan olmaktır.
"İnsan gibi insan öğretmenlerimizin önünde saygı ile eğiliyorum. "

Öğretmen-3

BU NEREYE KADAR GİDECEK

Kenarda köşede sermayesi olanlar yatırım yapmıyor.
Birincisi: Ekonomik belirsizlikler nedeniyle önünü göremediği için korkuyor...
İkincisi: Bankaların vermiş olduğu faiz, yapacağı yatırımın sağlayacağı getiriden daha fazla kazandırıyor.
Çünkü:
Hiçbir yatırımın sağlayacağı kazanç şu sıralar, banka faizinin getirisi kadar yüksek değil.
***
Sermayesi olmayanlar ise kredi almak suretiyle yatırım yapamıyor.
Çünkü:
Bankadan alacağı kredinin faizi, yapmak istediği yatırımın getireceği kazançtan daha yüksek değil.
***
Yatırım olmayınca üretim olmuyor, ürettim olmayınca, sadece banka faizinden kazanılan paralarla tüketim oluyor...
O yüzden...
Herkes “Bu iş nereye kadar sürecek bakalım” diye kara kara düşünüyor...

Ekonomi-7