Önemli olan ne kadar uzun bir hayat yaşadığımız değil, hayatı nasıl yaşadığımızdır. Bir çiçeği koklamadan yaşamış sayılır mı insan?

Yeşillikler içinde güzel bir köy, Dağbaşı köyü. Amcaoğlu ailece bizi davet etti. Torunum İstanbul’da büyüdüğü için köy nasıldır bilmediği için bu daveti kabul ettim. Torunum yaşamındaki herşeyi sanal alemden izlediği için, köydeki inekler, koyunlar, kazları görünce çok hoşuna gitti. Kazlar önde, torunum onların arkasında kovalamaktan çok mutlu oldu. Onun mutluluğu beni de mutlu etti. Yaşam çok kısa be dostlar. Bu kısa yaşamı yaşanılır kılmak bizim elimizdeyken neden bunu yapmıyoruz. Nedenler bulmakta üstümüze yoktur. Bırakalım yaşam kendi mecrasında akıp gitsin. 

“Dağda dolaşalım mı dede?” Dediğinde oğluma baktım. Başıyla onaylayınca ben de “hadi bakalım.” Diyerek yola çıktık. Dağın üst kısımlarına yavaş yavaş yürürken nasıl olduysa ayağı burkulmuş torunum “Aaaah!” Diye bağırınca karşı yamaçtan da ‘Aaaah!’ Diye ses gelince şaşırmış olacak ki “Kim var orada?” Dedi. Yamaçtan da ‘Kim var orada’  sesi geldi. ‘Korkak’ diye bağırdı. Yamaçtan ‘Korkak’ sesi gelince, bana döndü “Dede ne oluyor?” Dediğinde ben de ‘Hayatı çok seviyorum.’ Dediğimde karşı yamaçtan aynı ses geldi. Sonra ‘Merhaba, nasılsın?’ Dedim karşıdan ‘Merhaba, nasılsın?’ Sesi de gelince torunum ne olduğunu anlamak için bana bakınca ‘Bunun adına yankı denir yavrum. Sen ne söylersen söylediklerin aynen sana geri gelir.’ Bu bir doğa olayıdır.

Yaşamda öyle değil mi dostlar? Lütfen yanlış anlamayın. Siz okurlarıma ders vermek amacıyla yazmıyorum. Yaşamı yaşanılır kılmak için yazıyorum. Önce karşımızda  olana biz bir şey verirsek; verdiklerimiz, aldıklarımız olacağına inanalım. Tatlı sözler tatlı yankılar oluşturur. Sevilmek istiyorsan önce sen seveceksin. Saygımı istiyorsun? Önce sen saygılı olacaksın. Anlayış bekliyorsan, önce sen saygı göstereceksin. Yaşamda neyle karşılaşmak istiyorsan, yankısını oluşturabilmek için bunu önce sen yapmalısın.