Taş devri dediğimiz “paleolitik dönemde” insanlar küçük gruplar halinde ve yer değiştirerek güvenlik amacıyla mağara kovuklarında, biraz yüksekte ağaç dallarında yaşarlardı; buna “Avcı-Toplayıcı dönem” denirdi. Tarıma dayalı yerleşik düzen dediğimiz insanlığın yaklaşık son on bin yılına rastlayan “neolitik dönemde” uygarlıklar yaratılmaya başlandı. Din kavramı da böyle gelişti; önce “atalar kültü”, sonra “Totemizm”, “Şamanizm” ve “Büyücülük” gibi akımlar oluştu. Daha sonra Hinduizm, Budizm, Zerdüştlük boy gösterdi. Tarım-Din Dönemi ve feodalite, tek tanrılı dinleri, imparatorlukları, sultanlıkları yarattı. “Endüstri Dönemi”, milliyetçilik ideolojisini ve ulusal devletleri, “Bilişim Dönemi” ise insanların eşitliğine dayalı “Demokrasi” ideolojisinin gelişmesine neden oldu. Tüm bu zamanlarda bilgi ve paradigma değişiklikleri sonucu toplumsal hakikatler değişmeye başladı. Devletler teknolojik değişim ve gelişmelere yetişemediği zaman dünyada kaçınılmaz olarak savaşlar egemen oldu. İşte bu tarihsel süreç içinde, dünyanın eriştiği Endüstri Devrimi’ni ıskalayan Osmanlı İmparatorluğu da emperyalist emeller taşıyan gelişmiş “Batı Ülkeleri” tarafından işgal edilmiş, topraklarına el koyularak tarih sahnesinden silinmeye çalışılmıştır. 
Yedi düveli dize getirip Cumhuriyeti kuran, Atatürk devrimlerini benimsemiş laik aydınlanmacı güçler, kuruluştan bu yana geçen 26 yıllık zaman dilimi dışında hiçbir zaman kendi başına iktidar olamadı ve Cumhuriyet tarihinin büyük bölümünü muhalefette geçirdi. Bu güzel ve yalnız ülke, 1950’lerden sonra hem toprak ağalarının hem de tarikat ve cemaatlerin siyasal partisi olan DP ile başlayan, Amerikan emperyalizmi ile desteklenen, askeri darbelerle beslenen, laiklikten koparılmış, İslamcı eğilimlerle bezenmiş sağ partilerin hegemonyası altına girdi. Ülkenin Cumhuriyet devrimlerinden zamanla sapması ve başlangıçtan geriye düşmesi sonucu kimi çevrelerce devrimlerin halk tarafından tam anlamıyla içselleştirilemediği için erozyona uğradığı fikrinin tartışılmaya başlandığı da ayrı bir gerçekliktir. Zamanında DP de bu görüşün arkasına sığınıp devrimleri tırpanlamayı marifet sanmıştır. Oysa Cumhuriyetten bu yana sürekli aydınlanma karşıtları tarafından baskı altında tutulan devrimler, öyle ya da böyle; laik, aydınlanmacı, demokrat kitleler tarafından hâlâ ayakta tutulma mücadelesi verebiliyorsa, bu halkta karşılığını bulmuş demektir. Yoksa bu kadar baskıya, özellikle son günlerde uygulanan İslamcı-otoriter rejime dayanması mümkün olamazdı. Cumhuriyet devrimlerinin görkemli özü, yerel ve ülkeye özgü olmalarının ötesinde çağdaş ve evrensel değerler taşımasında gizlidir.