-Merhum Vali Güney, söyleşide yer alan bazı özelliklerinden dolayı gerçekten ‘efsane’ bir kimlik çizmiş, iz bırakmıştı Eskişehir’de. O’nun gönülsüz kabul ettiği Basın Müdürü Beysel de öyleydi. İşte başarılı kariyeri, kimliği, ve kişiliği ile anlatımları…
Söyleşi konuklarımı, kent belleğine yönelik “bi’şeyler” çıkaracağıma inandığım kişilerden seçerim. Bu sonuncusu Mehmet Beysel. “O da Mihalıççıklı”, Diyecekken anımsadım;
-Yazılarımda konuk aldığım Mihallıççık doğumlu Eskişehirli sayısı giderek artmakta!..
Eskişehir ahalisinin çoğunluğu onu tanımaz. İsmini duymuş olanlar da pek çıkmayabilir!.. Ne ki Valilik bürokrasisi içinden olup da tanımayan yok gibidir. Nedeniyse, çalışma hayatının 30 yılın o çevrede geçmiş olması. Unutmadan eklemeliyim, devlet memurluğu ile tanıştığı ilk işyeri, “köy imamlığı” olacaktır. Çünkü kendisi;
-Eskişehir İmam Hatip Okulu’nun ilk mezunlarından biridir!.
O ilk görevi kendisi anlatıyor;
“-28 Kasım 1973 yılında, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince, İl Müftülüğüne bağlı merkez Kızılcaören köyüne İmam-Hatip olarak atandım. Bu görevim 5 yıl sürdü.”
Sevilir Kızılcaören köyünde. Cami cemaati dışında köy ahalisi ile de iyi ilişkiler kurar. Ne de olsa, o civarın köylerinden Beyköy’de doğup büyümüş genç bir imamdır.
Köyden, şehre süren hayat.
Beyköy, ilçeye bağlı 30 haneli bir yerleşim yeri. Anlattığına göre Rumlardan kalma kiliseden sökülen taş malzeme ile yapılan bir camisi, bir de Beysel’in ikinci sınıftan itibaren okuduğu bir ilkokul var, o kadar!.
Bu köyde Çiftçi Babadan (Mehmet) ve her işi üstlenen bir Anneden (Ayşe) 1954 yılında doğmuş Mehmet Beysel ve yanı sıra 4 kardeş daha. İlkokul bitince, zorunlu olarak 1 yıl ara vermiş eğitimine ki, o yaz da kuzu otlatmak, yanı sıra “bostan bekçiliği” ile geçecektir. Nedenini ise girdiği sınavda Kayseri İmam Hatip Okulu’nu kazanmasına rağmen, Annesi Ayşe Hanımın “ağlayıp sızlanmalarına” bağlıyor 11 Yaşındaki Mehmet. O arada köydeki imamdan Kur’an okumayı öğrendiğinden olacak, ailenin “imam olsun” tavrı devam edecek ve ertesi sene orta öğretime “Eskişehir İmam Hatip Okulunda” başlayacak, böylelikle de; “şehir Hayatına” katılacaktır.
***
Belirtelim ki, İlkokulda Köy Enstitüsü çıkışlı Hidayet Ergün öğretmenden sağlam bir temel alacaktır. O günleri anarken köyünün sosyal yaşamını da bir örnekle açıklayıp şu cümleyi kuruyor;
-Deveciler gelirdi köye. Tuz getirir kil götürürlerdi!..
Demişken, ben de köyümde annemin çamaşır kiliyle çamaşır yıkayıp, kafamızı baş kili ile köpürttüğü günleri hatırladım! O halde konuğumuza şehir hayatındaki ilk yıllarını anlattıralım;
“-Okulumuzun çevresi o yıllarda tarlaydı, bahçelikti. Karşısına düşen Murat Atılgan ilkokulu da epey sonra yapıldı. Abim Yılmaz benden bir yıl önce Motor Meslek Lisesine başladığı için, onun kaldığı evde beraber yaşıyorduk. İki ay sonra ailenin tamamı da Eskişehir’e geldi. Şehir o zaman 150 bin nüfuslu. Ömerağa mahallesinde tek katlı, bir yer evinde kalıyorduk. Kullanma suyumuz evlerin bahçesindeki kuyulardan veya tulumbalardan çekiliyor, yemekler gaz ocağında pişiyordu. Tabii kışın da Kütahya kömürü ile ısınıyorduk.”
Dönemin çoğu Eskişehirlisi gibi anlayacağınız!
Köy imamlığından bürokrasiye tırmanış.
“-İmam Hatip 7 sene. Bıkmıştım gide gele!”
Derken, o yıllarda İmam Hatipler, orta kısmı 3, lise kısma 4 yılmış! Buna ben de şaşıyorum. Anladığım; Arapçası, Kur’an öğretimi ve diğer ilahiyat derslerinin varlığı arttırmış lise öğreniminde yıl sayısını. Ama şimdilerde olduğu gibi “lise mezunu” sayılmıyorlar ama o kararlı:
“-İmam Hatipte Matematik, Fizik, Kimya Hatta Felsefe ve Mantık dersleri de görmüştük. Ancak diplomamız lise dengi sayılmıyordu. Mezuniyetten bir yıl sonra Bahçelievler Lisesi’nde fark derslerini vererek lise diplomasına kavuştum. Sene 1974!..”
Sonrasındaki hedefi, bir yandan memuriyet, diğer yandan da yüksek öğretimdir. Nitekim 1979 yılında Eskişehir Eğitim enstitüsünün 2 yıllık Türkçe bölümünden mezuniyet. Sonrasını da kısaca kayda alalım;
-Yıl 1978, İl müftülüğüne bağlı Eskişehir Merkez Hacı Alibey Kur’an kursunda öğretmenlik. Yıl 1980, Eskişehir İl Müftülüğünde müftülük şefi… Sonrasında Hacı Alibey kuran ve Ziyapaşa Kur’an kurslarında öğretmenlik.
***
Bunlar valiliğe bağlı kurumlardaki görevler. Makamının Vilayet binasına taşınması ise önce Valilik Yazı İşleri Müdürlüğünde şefliğe atanmasıyla başlıyor. Bu arada bir görevlendirme ile 1989’da “zor bir işe” atanıyor. Bizim camianın tanımıyla;
-Vilayet Basın Müdürü Mehmet Beysel!..
Biz basın mensupları bilir, gerçekten “netamli” bir görevdir bu.
Bu görev de l992’ye kadar yaklaşık dört yıl sürecektir. Son “diploma etkinliği” ise A.Ü Açık öğretim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde lisans tamamlamakla bitecektir!.. Açıkçası;
-Diploma üstüne diploma!..
Bahaettin Güney’li yıllar.
O sıralar bendeniz Dünya Gazetesi büro şefliğini yürütürken, bir yandan da TRT’nin Eskişehir temsilcisiyim. Arada bir Bakan gelecek, ben de kameraman arkadaşım Naim Şahin’i alıp vilayete gideceğim. Bazen de protokol gerektiren törenlerde çekim ve haber!..
Bu nedenle, Mehmet Beyle sık ilişkimiz olmuyor. Zaten o sıralar Yazı İşlerinde şef pozisyonunda. Merhaba, nasılsınız? O kadar. Ta ki yakınlarda kaybettiğimiz merhum Vali;
-Bahaeddin Güney Eskişehir valiliğine atanana kadar!..
Nasıl olmuş basın Müdürü, kısaca anlatıyor.
“-Bahaeddin Bey göreve başlayınca ilk Basın Müdürlüğü ile ilgileniyor. Çünkü Basın ilişkilerine çok önem veriyor. Bir süre halefim Mustafa Yılmaz ile çalışıyor. Pek memnun kalmamış olacak ki vilayetin içinden Basın Müdürü aradığı söylentisi dolaşıyor. Gösterilen adayları gözü tutmayınca sıra bana geliyor!”
O sırada Mehmet Beysel, aldığı son diplomaların karşılığını vermek üzere Milli Eğitime, yani öğretmenliğe geçmek üzeredir. Bir gün Vali Güney kendisini çağırtıyor. “Ne mezunusun?” Aldığı son diplomayı söyleyince “Tamam” diyor sayın vali;
-Sen bu işi yaparsın!..
İster istemez kabul ediyor, başarılı da oluyor…
Valimizle akraba gibiyiz!
Mehmet Beysel, yeni vali Bahaeddin Güney’in özelliğine değinirken “Basın ilişkilerine çok önem veriyor” demişti ya, ben o önemi Güney’in gelişinden birkaç ay önce anlamıştım!..
TRT’nin Yurt Muhabirleri için düzenlediği bir eğitim semineri için Antalya’ya gitmiştim. Hürriyet Eskişehir Bürosunda birlikte çalıştığım Erdoğan Kahya da Antalya Bürosuna şef olarak atanmıştı. Ziyaretine gittiğimde büroda bulunan gençten birini tanıttı.
-Valilik Özel Kalem Müdürü!..
Bizim Vali de Antalya’dan Eskişehir’e atandığından sordum kendisine;
-Nasıl biridir sayın Vali?
Birkaç özelliğini aktardıktan sonra durakladı. “Söylesem mi ?” der gibi Erdoğan’a baktı, onun baş onayıyla en önemli özelliğini açıklayıverdi!
“-Antalyalılar Bahaeddin Bey’i, ‘İkram, reklam, ekran valisi olarak tanırlar!..
***
Öyleymiş gerçekten de!.. Ben de basının “Ekran kesimini” temsil ettiğimden, bana olan “ilgisi” bir farklı olmuştu!.. Dolayısıyla;
-Mehmet bey benimle, ben de onunla sıkı fıkı hale gelmiştik!..
Ben neyse de, (Haberi kamera kayıt edip 15 saniyelik haber yazmak) sevgili Beysel ne yapsın!?.. Arada bir takılırdım kendisine;
-Ya Mehmet, biz ikimiz vali beyle karıkoca gibi olduk!..
Bu takılmalarımdan “sıkılmış” olsa gerek itiraz etti;
“Öyle demeyelim Hüsnü Bey. Sayın vali ile ailemizden daha çok görüyoruz, desek!!..
Doğruydu gerçekten!. Böylelikle merhum Vali Bahaeddin Güney (özet) anılarıyla bitirelim…