Hepimiz “8 yaşındaki Narin’in” cinayete kurban gitmesine odaklanmış durumdayız.
Televizyon kanallarının yayınlarında ve sosyal medyada cinayeti kimin ve ne şekilde işlediğine dair tahminler yapılıyor.
Olayın bugüne kadar çözülmemiş olması ise gerçekten ilginç bir durum.
Tamamıyla akrabalardan oluşan bir köyde yaşanan cinayet devletin tüm birimleri harekete geçtiği halde hala aydınlatılamadı.
Gözümüz, kulağımız gelecek haberlerde ancak resmi kurumlardan kamuoyunu bilgilendirecek açıklama yapılmadığı için günden güne daha da belirsiz bir ruh hali içine giriyoruz. 

Bu süreçte yaşanan olaylara bakınca Narin’in katledilmesini farklı boyutlarıyla da ele almak gerekli.
Son yıllarda “kayıp çocuklar” sorunu yaşayan bir ülke haline geldik.
TÜİK verilerine göre yılda ortalama 10 binin üzerinde, gün olarak bakılırsa her gün 32 çocuk kayboluyor.
Antalya ve Diyarbakır ise en çok çocuk kaybolan olan iller sıralamasında listenin başında yer alıyor. 
Rakamlar çok ürkütücü.
“Kaybolan çocukların başına neler geldiği” konusu ise çok daha can yakıcı bir sorun olarak karşımızda duruyor. 

Anayasamızın 41. maddesi “Devlet, çocukların korunmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır” diyor.
Anayasa ile verilen görevin iktidar tarafından yerine getirilmediği çok açık bir şekilde ortada.
Eğitim hakkından, yaşam hakkından mahrum bırakılan çocuklarımız;
Organ mafyasının eline düşüyor.
Elleri, ayakları kesilerek dilendiriliyor.
Küçük yaştan itibaren uyuşturucu kullandırılıyor.
Zorla hırsızlık yaptırılıyor. 
Ucuz işgücü olarak ağır işlerde zorla çalıştırılıyor.
Taciz, tecavüze maruz bırakılıyor.
Çok küçük yaşta evlendiriliyor.
Ya da cinayete kurban gidiyor.

Sormamak elde değil.
İnsan hakları, kadın hakları ya da çocuk hakları ile ilgili yeterli toplumsal bilinçlendirme yapılsaydı bugün ‘Narin cinayetini’ konuşuyor olur muyduk?
Köylüler ‘ağalık düzeninin’ baskısı altında konuşamıyor.
Köyde kadının varlığından söz eden yok.
“Yalan konuşmaya devam edin” diye bağırarak sesini duyurmaya çalışan bir kadın da en yakınındaki kişi tarafından yumruklanarak, susturuluyor.
Diğer yandan ifadesine başvurulan “İkinci eş” diye bir kişi var.
İnanılır gibi değil.
Laik bir ülkede ‘ikinci eşten’ bahsediliyor.
Anlaşılması güç olan ‘akraba ilişkileri’ de aydınlatılmaya muhtaç durumda.

Çocukların yaşam hakkını, eğitim hakkını sınırlayan çok olumsuz gelişmeler yaşanmaya devam ediyor.
Okulda olması gereken çocuklar tarikatların, cemaatlerin elinde çaresizliği yaşıyor.
Yapılan yeni bir araştırmaya göre ‘yoksulluk’ eğitime devam edememenin en önemli nedeni olarak görünüyor.
Diğer önemli bir neden ise ‘ailenin okula göndermek istememesi’ ve ‘evlenme’ olarak saptanmış.
4+4+4 yasası çıktığında böyle bir tablonun yaşanacağı çok belliydi.
Tüm uyarılara karşın iktidar kanadının tercihi maalesef bu yönde oldu.

Böylesine sorunlu bir tablo karşısında neler yapılmalı sorusuna yanıt aramak gerekli.
Çocuklarımızın ‘daha etkin’ korunması sağlanmalı.
“Çocuk güvenliği” devlet politikası olarak kabul edilmeli.
Zorunlu eğitim kesintisiz hale getirilmeli.
Çocuklara öldükten sonra ‘mezarını süsleyerek’ değil yaşarken sahip çıkılmalı.