Aristoteles insanı “zoon politikon” olarak tanımlar ve siyaset felsefesinin temelini böyle kurar. İnsan politik yani toplumsal bir canlı varlıktır demek ister. İnsan ancak bir arada yaşadığı zaman insanlığın niteliklerini kazanır. Yani insan toplumsallığa tutsak bir canlı türüdür ve bu onun kaçınılmaz yazgısıdır. Karl Marx, bir insanın birey olarak ortaya çıkışının da aynı zamanda onun toplumsallığına bağlı olduğu vurgulamak için Aristoteles’in bu sözünü bir adım öteye taşımıştır; “İnsan kelimenin en yalın anlamıyla sadece toplumsal bir canlı değil aynı zamanda toplum içinde bir birey olarak gelişebilen bir varlık olarak zoon politikondur.” Öyle ya, insanlık tarihi birliktelik ve bu birlikteliğin yarattığı bir süreç olmasının yanı sıra, bu sürece tek başına müdahale eden “biricik bireylerin” de katkısından oluşmuştur. Dünya hala dönüyorsa sadece toplumsal dinamikler nedeniyle değil, bu biricik insanların yüzü hürmetine dönüyor olsa gerek…
Peki insan çöktüğünde mi toplum çöker, yoksa toplum çökünce mi insan? Hani meşhur “yumurtamı tavuktan yoksa tavuk mu yumurtadan çıkar” bilmecesi. Gerçi son günlerde bilim bu sorunun yanıtını vermiş; tavuktan önce yumurta varmış, yani tavuğun yumurtadan çıktığı kanıtlanmış. Felsefi olarak sorunun yanıtı ise, “yumurtadan tavuğun değil civcivin çıktığı” şeklindedir. Bunca geyiğin ardından gelelim toplum-insan ilişkisindeki çöküşe… İnsan kendini geliştirip toplumları dönüştürebilme yeteneğini kazanıyorsa, insan daha mı etkin konumda oluyor acaba? Gerçi onun oluşumunda toplumun da emeği yok mu? Bulunduğumuz toplum siyasi, kültürel ve ekonomik açıdan çökertiliyor. Üstelik genelde kadın ve çocuklara kaba kuvvetle oluşturulan şiddet yanında topluma ideolojik şiddet de uygulanıyor. Mesajlarla yönetilen bu trajikomik ülkede toplumca sayın Bahçeli’nin mesajlarını çözmeye yönelik akıl oyunları yerine, aklımızı koruyup, egemenlere teslim etmeyerek bu durumla başa çıkabiliriz belki de. Hem bireysel hem toplumsal aklımızı sağlıklı tutabilmek ancak halkın dayanışmasıyla olur…