Yarın “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”. Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmak için verdiği mücadelenin tarihi 1857 yılına kadar gider. O yıl New York’ta 40 bin dokuma işçisi kadının daha iyi çalışma koşulları istemiyle yaptıkları genel grev, tüm haklıların başına geldiği gibi polis saldırısı ile sonuçlanır. Kapatıldıkları fabrikada çıkan yangında kaçmamaları için konan barikatları aşamayan 129 kadın işçi yanarak can verir. Bu olaydan tam 53 yıl sonra Danimarka’nın Kopenhag kentinde toplanan II. Enternasyonal’e bağlı sosyalist kadınların önerisi ile 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olmasına karar verilir. Türkiye'de 8 Mart ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanır. Zaman içinde kesintiye uğrayan kutlama 1984'ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya devam edilmektedir. Kapitalizmin her kutlamayı fırsata çevirip, “Kadınlar Gününü” ticarileştirilmesi, mücevher ve giyim ürünlerinde, hediyelik çiçeklerde çeşitli indirimlere gitmesi büyük bir ayıp, en azından kadınlara yapılmış bir saygısızlıktır. Yani 8 Mart’ın derin anlamında; genelde çalışan insanların haklarını savunmak adına verdiği kutsal mücadele, özelde de bunun bizzat kadınlar tarafından bedel ödenerek yapılması yatar. Özetle 8 Mart’lar kadının örgütlenme ve eşit yaşam hakkı için mücadele günlerinin simgesidir ve dünyanın her yerinde sokakta, meydanlarda, kapalı salonlarda beraberce kutlanır…
Yukarıdaki satırlar herkesçe bilinen, günün anlam ve önemini açıklayan bilgiler. Ancak herkesin kendi deneyimlediği özel gerçeklikler de vardır mutlaka. Benim için, 70 küsür yıllık yaşadıklarım, gördüklerim ve deneyimlediklerime göre kadınların erkeklerden daha cesur, daha korumacı, daha sahiplenici olduklarıdır. Analık iç güdüsü mü dersiniz bilemem, ama benim için gerçek bu. Herkes biliyor ki; uygarlık olarak tam donatılamamış ülkelerin kuytu köşelerinde kadının yaşam serüveni çocuklukta tacizle başlıyor, çocuk gelinler veya iş yaşamında cinsel ve psikolojik mobbing ile devam ediyor, kocası tarafından dövülme hatta töre cinayetine kadar gidebilen bir kuşatma ile sürüyor. Yani birçok ülkede kadın olmak hayata yenik başlamak ile eşdeğerdedir. İkinci sınıf insan olma muamelesi görmesi, haklarının gasp edilmesi, eğitimden yoksun bırakılması, ekonomik nedenlerle dedesi yaşındakilerle evlendirilmesi, aile içinde ensest ilişkilere maruz kalması hep rahatlıkla başına gelebilecek sıradan olaylardır. Kadınlar yarın yine meydanlara çıkacaklar, yine polisle karşı karşıya gelecekler, yine dövülecekler. Tüm bunlara karşın; bu ülke bir gün aydınlanacaksa, adalet en iyi dostu özgürlüğü koluna takıp dolaşacaksa, bebeler ve çocuklar parklarda mutlu mesut oynayacaksa, şen kahkahalar atılacaksa kadınlı erkekli uzun sofralarda, bilin ki yine kadın sayesinde olacaktır…
Not: Bu yazı yedi sene önce yazdığım yazının yeniden düzenlenmiş halidir.