Yolda yürüyordum dalgın. Aniden bir köpek çıktı karşıma. Yaşı belli değil, ırkı, cinsiyeti belli değil. Hani öyle her gün sokaklarda gördüğümüz türden. Ama hayret, değişik bir şey oldu: Bu köpek dile geldi. Konuştu benimle. Gözlerime bak dedi bak ta oku hikayemi, sonra da yaz onu, yaz ki anlasınlar beni, bilsinler dileğimi.
     İşte onun hikayesi: 
    “” Gözlerinde acı, hüzün, daha da beteri dipsiz kör kuyular gibi koyu bir yılgınlık. Bir gece sabaha karşı gün doğarken, sizler bilmem kaçıncı uykunuzda uyurken, atın bizi belediye toplama ekibinin kamyonetinin arkasına, ne kadar munis gözüksem, kuyruk sallasam, hiç hırlamasam da uyuşturucu tüfekle vurun önce, şansıma ters bir yerime saplanmazsa ilaçlı kapsül, yolda ölüp kalmazsam, şoka girip, uzun dilim boğazımı tıkayıp beni boğmazsa, örtün üzerimi kalın brandalarla, örtün ki insanlık ayıbınızı kimseler görmesin. 
     Götürün şehrin alabildiğince uzağına, daha yüzlercesinin gittiği yere, şehrin ana çöplüğüne. Metan gazı ciğerlerime dolup iflahımı kesmez, susayıp kana kana içtiğim derenin zehir atıklı suyu hayatımı sonlandırmazsa, belki birkaç yıl değilse de birkaç ay daha yaşarım kim bilir. Ölen annelerinin memelerinden süt emmeye çalışan sekiz öksüz yavruya annelik ederim ya da asi arkadaşlarıma uyup büyük çöplük firarını gerçekleştirir, üç beş gün demez, artık ne kadar sürerse, yayan yapıldak geri dönmeye çalışırım vatanım bildiğim eski yaşadığım yerlere. Kaçarken bir çoğumuz araç altında kalıp ölsek de belki ben başarırım yolculuğumu sonlandırmayı kim bilir? 
     Atın beni arabanın arkasına, götürün yüze yakın hemcinsimin mapushanesine; adı nasılsa bakımevine çıkmış ölüm kampına. Önüme atılan kuru ekmeklerle, biraz daha iyisi tıbbi atıklı hastane artığı yemeklerle, en ucuz, en kalitesiz kuru mamalarla karnımı doyurur, kışın buz tutan, yazın ateş gibi yanan beton zeminde, bir karış ılık toprağa hasret, belki bir gün özgürlüğüme kavuşurum umuduyla yaşarım kim bilir.
     “Bir tanesi eksik olsun kardır” diye uyuşturun, öldürün, ezin, taşlayın, daha bilmem aklınıza gelen ne varsa yapın bana. Sevmeyin, görmezden gelin bir damla ilgiye muhtaç bakışlarımı. Horlayın, it deyin, tekmeleyin, üzerimde jilet misali neşterlerle deneyler yapın, saygın(!)ilaç firmalarına rant sağlayın. Sapık ruhlu insanlar taciz etsin beni parklarda, orada burada. Sadece bedenimi değil ruhumu da örseleyin alabildiğine. Yerin dibine sokun, yaşadığıma bir değil bin kez pişman edin beni. Adımı çıkarın “sokak köpeği”ne, çıkarın ki insanların gözünde daha bir değersizleşip küçüleyim. “Cinsi belli değil ya da en fazla kırma” deyip paha biçin yaşamıma, aşağılayın beni hiç çekinmeden. İçine göçmüş karnım, birbirine girmiş kaburgalarım, uyuz sarmış postumla merhamet duygularınızı kıpırdatmayayım. Göz zevkinizi bozmayayım, piknik keyiflerinizin tadını kaçırmayayım sizlerin.
     Gözlerimde hüzün ve keder, içimde körelmiş, dahası hiç yeşermemiş yaşama sevinci.  “Dünya sadece biz insanların değil” demeyin. Bahçeli evlerinizi yıkın. “Bakamayız artık” diye ömrünün on yılını size adamış can yoldaşınızı uzak diyarlara götürün bırakın ki yolları bulamasın, geriye dönemesin. “Yaşlandı, kocadı artık, iş görmez” diyerek terk edin boynundaki yılların tasma iziyle işaretli bekçi köpeğinizi, sürünüzün koruyucusunu. Hiç arkanıza dönüp bakmadan bırakın gidin.
     Atın bizi, atın. Kaderimiz, iki dudağı arasında olsun hayatında bir kez bile bir köpeğin gözlerine bakmayan ilgili ilgisiz bir vicdansızın. Sokaklarda çocuklarınız korkusuz yürüsün, tersine biz onlardan korksak ta. Tatlı uykularınızı havlamalarımız bölmesin. Caddelerde birden araçlarınızın önüne çıkmayalım. Son model otolarınızı kirletmesin kanımız. 
     Haklarımızı koruyucu kanunlar, genelgeler çıkarmayın. Koca koca vekiller Mecliste bizler için mesai harcamasın, oturumlar yapmasın. Tersine, nasıl soylarını kurutsak diye formüller arayın. Yufka yürekli kadınlar, erkekler! Korumayın bizi, dernekler, platformlar oluşturmayın. Soyumuzu, sopumuzu, neslimizi toptan kurutun. Ansiklopedi sayfalarından tanısın bizi çocuklarınız, torunlarınız, gelecek kuşaklarınız. Ne keder! Bizler olmasak ta olur. Siz rahat edin, siz rahat edin.””
     Bu yazım bir duygusallık ve hayal ürünü değildir. Ne yazık ki ülkemizde, uzun yıllardır, sahipsiz sokak canlarımızın yaşadıklarının çok kısa bir özetidir. Şimdi onlar için, bu güne kadar yapılan haksızlıklara, reva görülen acımasızlıklara ilave olarak, çok daha beter bir uygulama(ötenazi) getirilmek isteniyor.
    İzin verecek miyiz?