Son günlerde nedense “utanma duygusuna” ilişkin çok sayıda tartışma açıldığını görüyorum çevremde. Çoğu bu adamlarda hiç utanma yok mu diye başlıyor ve “nasıl olabiliyor, nasıl utanmadan yaşayabiliyorlar” diye hayret nidaları ile sürüyor. Bu tartışmalar TUİK’in enflasyon rakamlarını açıklaması, dolayısıyla emekli ve ücretliye yaptığı dolaylı zulümle doruğa ulaştı ve doğal olarak devleti yönetenleri de kapsamaya başladı… 
Mutluluk, neşe, sevgi, nefret, heyecan, korku, haz, zevk, kızgınlık, saldırganlık gibi çeşitli duygular insan beyninin orta bölümlerinde derinlerde, şakak lobunun ardında, beynin görece eski yapılarından limbik sistemdeki çeşitli yapılar tarafından organize edilir. Ancak utanma duygusu söz konusu olunca beynin insana özgü bölgelerinin yani korteksin etkinliği devreye girer. Sadece limbik sistem yapıları değil, beyin kabuğundaki diğer bölgeler de olaya katılır ve belirli zihin süreçleri olaya karışır. Utanıyoruz çünkü utanma da acı gibi bir savunma mekanizması, bizi toplumdan dışlanmaya karşı koruyor. Utanma duygusu diğer insanlar tarafından dışlanmamıza neden olabilecek davranışlardan kaçınmamıza yardımcı olan içsel bir sinyal olarak tanımlanıyor. Kişi davranışının hatalı olmadığını bilse bile, toplum tarafından olumsuz olarak değerlendirildiğinde utanç duyuyor. Utanç evrensel ve insana özgü bir duygu olarak görülüyor, fakat her insan aynı frekansta ya da yoğunlukta utanç duygusuna sahip olamıyor. Benzer biçimde, bazı kültürler diğerlerine kıyasla daha fazla utangaç olabiliyorlar...
İnsanın utanç duyabilmesi için öncelikle farkında olması ve utanmaya karşı bilinç geliştirmesi gerekli. İnsanlık tarih boyunca böylesine güce aşık, iktidara tutkun olanlar ve onu elde etmek için her tür renge bürünebilen bukalemunlara; kaybetmemek adına en olmadık şekillere rahatlıkla girebilen şebeklere evrilebilmişlerdir. Tarih; iktidar körü bu tür insanlardan hiçbir değeri olmayan erkek-kadın, genç-yaşlı, bıyıklı-bıyıksız, uzun saçlı-kısa saçlı, gözlüklü-gözlüksüz, şişman-zayıf pek çok örneğine şahit olmuştur. Aziz Nesin bu türün bol olduğu bu bereketli topraklarda hepsini birden “Zübük” adıyla bir çatı altında toplamıştır. Bu topraklarda nice “Zübükler” yaşamıştır, halen yaşamaktadır ve ne yazık ki daha da yaşayacaktır…