Günümüz koşullarında ülkemizde en önemli Tıp dalının “psikiyatri” olduğu kuşku götürmez bir gerçeklik gibi duruyor. Psikiyatrinin tedavi yöntemleri arasında sayılan psikoterapi; bozulmuş, sağlığını yitirmiş ruhların sağaltılması, iyileştirilmesi ve bir çeşit tımarı olduğuna göre, daha çok bir hakikat arayışı olan psikanaliz, ruhun başkaldırısı, ayaklanması anlamına geliyor. Her ikisiyle de felsefenin derin bağlantısı günümüzde görünmez hale gelmiş gerek psikoterapi gerekse psikanaliz biyolojik psikiyatrinin hegemonyası altına girmiştir. Oysaki felsefe tarihi insana nasıl bir yaşam sürmesi gerektiğini, yaşamın anlamını irdelemeği ve insan ruhunun içine düştüğü çatışmaları nasıl çözeceğine ilişkin öğretilerle doludur. Bundan 2500 sene önceye dayanan “eudaimonia” adı verilen ruh dinginliği, mutluluğun ne olduğu, hazcılık, acıdan kaçınma gibi duygular ve Stoacılık gibi akımlar başlangıçta ruhun iyi durumda olmasını ve terapisini ilgilendiren felsefelerdir. Bu görev daha sonra Ortaçağda ruhu günahlardan arındıran din adamlarına devredilmiş, 19 yüzyılın sonlarından itibaren de psikoloji / psikoterapiye geçmiştir. Epikür, “kimse felsefe yapmaktan genç olduğu için çekinmesin, yaşlı olduğu için yorgunluk duymasın. Çünkü ruhsal sağlığımızla ilgilenmek için vakit ne çok erken ne de çok geçtir” demektedir. Yine psikiyatrinin babası C.G. Jung, “biz psikoterapistlerin aslında filozof veya felsefe doktoru olmamız gerekir, ya da aslında öyleyiz ama farkında değiliz” diyor…
Günümüzde “ruh” adını verdiğimiz sonsuz büyüklük ve karmaşıklık içindeki zihnimiz sayısı 400’lere varmış psikoterapi akımının yanında, sayısız ve ehliyetsiz kişisel gelişim yöntemlerine maruz kalmakta ve hiçbir bilimsel alt yapısı olmayan spiritüel tekniklerin işgali altına girmektedir. Modernitenin ağır baskısı içinde inleyenler adeta ikinci bir din olarak sarıldıkları bazı şarlatanların önderliğindeki birtakım uygulamalara kendilerini koşulsuz teslim etmektedirler. Bu işgal altında çevreyle olan ilişkisinden de koparılıp yapayalnız bırakılan birey, öleceğini biliyor olmanın trajedisiyle, tüketim ve zevk odaklı mutluluk vaatlerinin peşinde kaybolup gitmektedir. Elbette insan ruhundan filozoflar sorumludur demek istemiyoruz. Ancak psikiyatri bilimi felsefeden mutlak yararlanmalı “klinik felsefeye” yol vermelidir demek istiyoruz. Felsefe tarihi iyi ve mutlu bir yaşama ulaşmak için gösterilen çabaların örnekleri ile doludur. Bu konuda güncel haber Basel üniversitesinin bir örnek oluşturmasıdır. Başında bir filozof ve psikiyatr bulunan bir ekip bütün tıp dallarındaki doktorlar için dört dönemlik eğitim açmıştır. Etik, epistemoloji (bilgi felsefesi) ve antik Yunan felsefesinin içeriğinden oluşan programa hekimler yoğun ilgi göstermişlerdir. Felsefe ne işe yarar diye soranlara ‘kapak’ olmasını diliyorum…
NOT: Meraklısına ileri okuma; “Klinik Felsefe”, editör Alper Hasanoğlu, Pinhan Yayıncılık.